Sağlık
Yenidoğanlarda beyin hasarı erken tespit edilebilecek: aEEG, NIRS, biyobelirteçler ve MRI ile “zamana karşı yarış”
Yenidoğanlarda beyin hasarı erken tespit edilebilecek: aEEG, NIRS, biyobelirteçler ve MRI ile “zamana karşı yarış”
FatihDoganMedya — 07 Kasım 2025, 10:00 | Okuma süresi: 4 dakika
Yeni doğanlarda (yenidoğan) oluşabilecek beyin hasarının (özellikle doğumsal veya perinatal hipoksik-iskemik hasarın) erken safhada tespit edilmesi, nörolojik hasarı azaltacak tedavilere (ör. terapötik hipotermi) zamanında başlamayı mümkün kılıyor. Klinik takip, beyin fonksiyonunun sürekli izlenmesi (aEEG/EEG), beyin oksijenasyonunun izlenmesi (NIRS), kan/serum biyobelirteçleri (S100B, NSE) ve erken dönem MR görüntüleme (DWI) bir arada kullanıldığında tanı ve prognostik değerlendirme güçleniyor.

Neden erken tespit önemli?
Doğum sırasında veya hemen sonrasında oksijen yetersizliği (asfiksi) sonucu gelişen hipoksik-iskemik ensefalopati (HIE), ölüm ve uzun süreli nörogelişimsel bozuklukların önemli nedenlerinden biridir. Erken tanı, beyin koruyucu müdahaleler için (örneğin terapötik hipotermi) kritik zaman penceresinin kaçırılmaması anlamına gelir; terapötik hipoterminin, uygun bebeklerde mortalite ve uzun dönem engellilik oranlarını azalttığı klinik çalışmalarda gösterilmiştir.
Hangi yöntemler “erken” uyarı veriyor?
-
aEEG / EEG (amplitude-integrated EEG): Yoğun bakım ünitesinde uygulanan kısa ve uzun süreli aEEG kayıtları, doğum sonrası ilk 24–72 saatte beyin fonksiyonundaki bozulmaları ve nöbetleri tespit ederek ciddi HIE riskini öngörebiliyor. Bu araç hem prognostik bilgi veriyor hem de antiepileptik/ilerleyici bakış açısı sunuyor.
-
Near-Infrared Spectroscopy (NIRS): Cilt üzerinden non-invaziv ölçüm yapan NIRS cihazları, beyin dokusunun oksijen doygunluğunu (rScO2) gerçek zamanlı gösterir. Yaygınlaşmakta olan bir teknoloji olmasına rağmen skorların nasıl yorumlanacağı ve müdahale eşiğinin standartlaştırılması üzerine çalışmalar sürüyor. Klinik kullanım artıyor ancak kanıta dayalı fayda ve algoritmalar hâlâ netleşiyor.
-
Biyobelirteçler (S100B, NSE vb.): Kanda ölçülebilen S100B ve nöron-spesifik enolaz (NSE) gibi proteinler, doğum sonrası ilk günlerde yükselmesi halinde beyin hasarı olasılığını işaret edebiliyor; erken prognostik bilgi ve takip amacıyla umut verici kabul ediliyor. Ancak keskin sınır değerlerinin ve rutin kullanım protokollerinin standardizasyonu gerekiyor.
-
Erken dönem MR (özellikle DWI/ADC): Doğumdan sonraki ilk günlerde difüzyon ağırlıklı manyetik rezonans görüntüleme (DWI) iskemik alanları erken dönemde gösterebiliyor; MR, hem hasarın dağılımını hem de prognozu belirlemede altın standartlardan biri olarak kabul ediliyor.
Klinik pratikte nasıl uygulanıyor?
-
Riskli doğum/klinik bulgu varsa (zorlu doğum öyküsü, düşük APGAR, solunum problemi, klinik nöbetler) yenidoğan hızlıca değerlendiriliyor.
-
Acil monitorizasyon: aEEG/EEG ile beyin fonksiyonu izlenir; aynı anda NIRS ile beyin oksijenasyonu takip edilebilir. Bu yöntemler NICU’da real-time bilgi verir.
-
Kan örnekleri alınır — gerekirse S100B/NSE ölçümleri yapılır; yükselme varsa yakın takip ve ileri tetkik düşünülür.
-
İlk 24–72 saat içinde MRI planlanarak lezyonların yeri ve şiddeti değerlendirilir. Bu, uzun dönem tahmini için önem taşır.
-
Terapötik hipotermi kriterlerini karşılayan bebeklerde (örn. orta-şiddetli HIE) 6 saatlik kritik pencere içinde soğutma tedavisine başlamak, uzun dönem sonuçları iyileştirir. Bu yüzden hızlı tanı ve sevk şarttır.
Aileler hangi belirtilere dikkat etmeli?
-
İlk saatlerde veya günlerde solunum desteği gereksinimi, zayıf emme/yorulma, kas tonusunda değişiklik (çok gevşek veya çok kasılma), tekrarlayan nöbet benzeri hareketler veya bilinç düzeyinde anormallikler görüldüğünde derhal sağlık personeline başvurulmalı. Yenidoğan değerlendirmesi sırasında doktorlar bu bebekleri yakından izler ve gerekli testleri hızlıca başlatır.
Sınırlamalar ve geleceğe bakış
Hiçbir test tek başına mutlak güvenilir değildir; en başarılı yaklaşım çoklu yöntem kombinasyonudur (klinik inceleme + aEEG/EEG + NIRS + biyobelirteçler + erken MR). Ayrıca bazı teknolojilerin (özellikle NIRS ve biyobelirteçlerin) standart eşik değerleri ve geniş çaplı kanıta dayalı kullanım rehberleri gelişmekte. Araştırmalar sensör hassasiyetini, zaman pencerelerini ve tedavi algoritmalarını netleştirmek için devam ediyor.
Sağlık
Enerji içecekleri gençleri hedefliyor — Uzmanlardan “kalp ve damar riski” uyarısı
Enerji içecekleri gençleri hedefliyor — Uzmanlardan “kalp ve damar riski” uyarısı
FatihDoganMedya / Sağlık Servisi
Tarih: 4 Kasım 2025 Saat: 16:34 (Europe/Istanbul)
Okuma süresi: 4 dakika
Son yıllarda özellikle gençler ve üniversite öğrencileri arasında popülerliği artan enerji içecekleri, kardiyologlar ve halk sağlığı uzmanlarından gelen uyarılarla yeniden gündemde. Uzmanlar, kısa vadeli canlılık hissi sağlayan bu içeceklerin yüksek kafein, şeker ve uyarıcı bileşen kombinasyonunun kalp atış hızını, kan basıncını ve elektriksel iletimi etkileyerek ciddi aritmi ve diğer kardiyovasküler sorunlara yol açabileceğini belirtiyor.

Neler var içinde — neden tehlikeli?
Enerji içeceklerinin formülleri markaya göre değişse de ortak paydada kafein, taurin, guarana, ginseng, B vitaminleri ve yüksek miktarda şeker bulunuyor. EFSA (Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi) gibi kuruluşlar, standart bir enerji içeceği kutusunun 80 mg civarı kafein içerebileceğini; bazı ürünlerde ise porsiyon başına çok daha yüksek dozlara ulaşılabildiğini hatırlatıyor. Bu bileşenlerin bir arada ve yüksek miktarda tüketilmesi, özellikle genç ve sağlıklı görünümlü kişilerde bile beklenmedik ritim bozukluklarına yol açabiliyor.
Bilim ne diyor? — Akut ve kronik etkiler
Yapılan klinik incelemeler ve derlemeler, enerji içeceklerinin kısa süre içinde sistolik ve diyastolik kan basıncını, kalp hızını artırabildiğini; bazı durumlarda EKG’de QT uzaması gibi aritmiye yatkınlık göstergeleri ortaya çıkarabildiğini gösteriyor. Bu bulgular, özellikle yoğun/ardışık tüketim, spor/egzersizle eş zamanlı kullanım, alkol veya bazı ilaçlarla kombinasyon halinde riskin yükseldiğine işaret ediyor.
Bunun yanında son yıllarda yayımlanan gözlemsel çalışmalar ve derlemeler, sürekli ve yüksek doz enerji içeceği tüketiminin uzun vadede kan basıncı, metabolik parametreler ve elektrokardiyografik değişkenler üzerinde olumsuz etkileri olabileceğini öne sürüyor; genç nüfustaki yüksek tüketim oranları halk sağlığı açısından endişe yaratıyor
Türkiye’de uzman uyarıları ve düzenleme tartışmaları
Türk kardiyologlar ve çocuk sağlığı uzmanları, enerji içeceklerinin özellikle 16–25 yaş aralığındaki tüketicilerde risk oluşturduğunu belirterek satış sınırlamaları ve etiketleme düzenlemelerinin gerekliliğini gündeme getiriyor. İngiltere’de getirilen yaş sınırlaması uygulaması gibi örnekler, Türkiye’de de benzer düzenlemelerin tartışılmasına neden oldu. Türk hekimler halkı “ailede kalp hastalığı ya da aritmi öyküsü olanların, hamilelerin, çocukların ve kontrolsüz hipertansiyonu bulunanların enerji içeceği tüketmemesi” yönünde uyarıyor.
Hangi durumlarda acil müdahale gerekebilir?
Uzmanlar şu şikâyetleri yaşayanların derhal sağlık kuruluşuna başvurmasını öneriyor:
-
Şiddetli çarpıntı, düzensiz kalp atışı (bayılma hissi), göğüs ağrısı, nefes darlığı, ani baş dönmesi veya bilinç kaybı.
Bu yakınmalar enerji içeceği tüketimiyle ilişkilendirilebileceği gibi altta yatan başka bir kalp hastalığının belirteci de olabilir — bu yüzden ihmal edilmemeli.
Pratik öneriler — kimler kaçınmalı, nasıl sınırlanmalı?
Uzmanların öne çıkardığı temel öneriler:
-
18 yaş altı gençlere enerji içeceği önerilmemesi, mümkünse satışların sınırlandırılması.
-
Kalp hastalığı, ritim bozukluğu, kontrolsüz hipertansiyon veya hamilelik durumunda tüketmeme.
-
Spor veya yoğun fiziksel aktivite sırasında enerji içeceği almaktan kaçınma; susuzluk için su veya elektrolit dengeli içecekleri tercih etme.
-
Günde bir kutuyu geçen tekrar tüketimlerden kaçınma; kafein alımını gün içinde diğer kaynaklarla (kahve, çay, çikolata) birlikte hesaplama.
Uzmanlara kulak verin — kısa not
Enerji içecekleri “anlık performans” hissi verse de içerdikleri bileşenlerin etkileşimi kalp-damar sisteminde sessiz ama tehlikeli etkiler yaratabilir. Özellikle genç tüketiciler arasında moda haline gelmiş bu içeceklerin yaygın kullanımının izlenmesi, okullarda ve perakende satışta bilgilendirme/etiketleme uygulamalarının güçlendirilmesi uzmanların ortak görüşü.
Sağlık
Erkek farelerin ömrü %73 uzadı: UC Berkeley’den OT + A5i kombinasyonuyla dikkat çeken sonuçlar
Erkek farelerin ömrü %73 uzadı: UC Berkeley’den OT + A5i kombinasyonuyla dikkat çeken sonuçlar
Tarih: 04 Kasım 2025 • Saat: 10:30
Okuma süresi: ~4 dakika
UC Berkeley öncülüğündeki bir çalışma, yaşlı ve halsiz (frail) erkek farelerde oksitosin (OT) ile bir ALK5 inhibitörü (A5i) kombinasyonunun, tedavi başlangıcından sonraki kalan yaşam süresini yaklaşık %73 artırdığını bildirdi. Bulgular; fiziksel dayanıklılık, kas gücü ve kısa süreli hafıza gibi sağlık göstergelerinde düzelme gösterse de etki dişi farelerde kalıcı olarak

Çalışmanın özü — ne yapıldı, ne bulundu?
Araştırmada 24–26 aylık (insandaki ~75 yaşa eşdeğer) C57BL/6J fareler kullanıldı. Farelere altı haftalık döngüler halinde subkutan (deri altı) enjeksiyonlarla oksitosin (OT, 1 μg/g-gün) ve ALK5 inhibitörü (A5i, 0.02 nmol/g-gün) verildi; her iki haftada bir iki hafta tedavi/iki hafta dinlenme döngüsü uygulandı. Denek sayıları erkek grupları için kontrol n=12, OT+A5i n=14; dişi gruplarda kontrol n=13, OT+A5i n=10 idi.
Sonuçlar: Tedavi edilen erkek fareler, çalışma başlangıcından (tedavi başlangıcı) sonra ölçüldüğünde kontrole göre kalan yaşam süresinde ortalama %73 artış gösterdi; toplam medyan yaşam (doğumdan itibaren) ise yaklaşık %14 artmıştı. Ayrıca tedavi gören erkeklerde ölüm riski (hazard ratio) önemli ölçüde azaldı. Ancak dişi farelerde uzun vadeli bir yaşam uzaması gözlenmedi.
Sağlık süresi (healthspan) ve mekanizmalar
Araştırma yalnızca yaşam süresini değil, sağlık göstergelerini de ölçtü. OT+A5i uygulanan erkek farelerde:
-
Treadmill (koşu) performansı ve dayanıklılık arttı,
-
Asılı kalma (hanging) testi ile kas gücü/koordinasyon gelişti,
-
Yeni nesne tanıma testlerinde kısa süreli bellek performansı iyileşti.
Bu faydalar, tedavinin yaşa bağlı kronik iltihap (inflammaging) ve doku fibrozisini düzenleyen TGF-β/ALK5 yolunu baskılaması ile oksitosinin yenileyici etkilerinin birleşiminden kaynaklanıyor olabilir; kısacası inflammasyon azalması ve gençleşmeye yönelik sistemik protein profili değişimleri tespit edildi.
Neden sadece erkek farelerde işe yaradı?
Yazarlar, tedavinin başlangıçta her iki cinsiyette de akut (kısa süreli) biyokimyasal gençleştirici etkiler gösterdiğini, ancak uzun vadede proteomik normalizasyonun yalnızca erkeklerde kalıcı olduğunu belirtiyor. Cinsiyete özgü hormonel farklılıklar, immün yanıtlar ve yaşlanma yollarındaki farklılıklar bu ayrımı açıklayabilir; fakat kesin mekanizma henüz net değil. Araştırmacılar, bu tür cinsiyet farklılıklarının insanlar için de önemli sonuçları olabileceğine dikkat çekiyor.
Bilimsel değerlendirme ve dikkat edilmesi gerekenler
-
Öncelikle bu bir hayvan çalışmasıdır. Farelerdeki başarı insanlarda otomatik olarak tekrarlanmaz; güvenlik, doz, uygulama yolu ve uzun dönem etkiler için çok sayıda ek deney gerekir.
-
Çalışmadaki örneklem görece küçüktür; sonuçların genellenebilmesi için bağımsız laboratuvarlar tarafından tekrarı ve farklı fare soyları/model popülasyonlarda doğrulama gerekir.
-
Tedavi cinsiyet-özgü etki gösterdiği için, gelecekteki çalışmalar kadın-erkek biyolojisi farklılıklarını hedef almalı.
Ne zaman insan denemeleri olur?
Şu an için bu sonuçlar preklinik (hayvan) aşamasında; insanlara yönelik klinik denemeler ancak güvenlik ve etkinlik verileri bir dizi modelde ve ön klinik çalışmada teyit edildikten sonra gündeme gelir.Önce toksikoloji, doz-cevap çalışmaları, sonra faz I güvenlik çalışmaları gerekir — bu süreç yıllar alabilir.
Sağlık
Kellik tedavisinde yeni umut: 20 günde saçları uzattı

Tayvanlı bilim insanları, yağ hücrelerini uyararak saç köklerini yeniden aktive eden bir yöntemle hayvan deneylerinde 20 gün içinde saç çıkışını başardı.
Fareler üzerinde yapılan bu çalışma, kellik tedavisinde yeni bir dönemin habercisi olabilir.
Araştırma, Ulusal Tayvan Üniversitesi’nde görev yapan sistem biyoloğu Kang-Yu Tai ve ekibi tarafından yürütüldü. Ekip, uzun süredir bilinen bir biyolojik olgu olan deri tahrişi veya yaralanmasının saç büyümesini tetiklemesi olayının ardındaki mekanizmayı anlamaya ve bu süreci tedavi amaçlı kullanmaya çalıştı.
DERİ HASARI SİNYAL GÖNDERİYOR
Bilim insanları makalelerinde, “Memelilerin çoğu vücutlarını kaplayan yoğun bir tüy tabakasına sahiptir; bu tabaka dış etkilere karşı ilk koruyucu bariyerdir” dedi ve ekledi:
“Epidermisin (derinin üst tabakası) tahrişi veya yaralanması, bu ilk bariyerin yeniden oluşturulması için vücuda sinyal gönderir.”
İnsanların evrim sürecinde bu yoğun kıl örtüsünü büyük ölçüde kaybetmiş olmasına rağmen, araştırmacılar deri yüzeyinde oluşan tahrişin aşırı kıllanmayı (hipertrikozis) tetikleyebilmesinin, insanlarda hâlâ bu yenileyici kapasitenin korunduğunu gösterdiğini belirtiyor.
20 GÜNDE YENİDEN UZADI
Deneylerde, farelerin sırtındaki tüyler tıraş edilerek deriye kimyasal maddeler veya hafif ısı uygulanarak küçük yaralanmalar oluşturuldu.
Ardından bu bölgelerdeki saç büyümesi, normal ciltle karşılaştırıldı.
Sonuçlar, tahrişin iltihaplanmayı tetiklediğini, bu süreçte makrofaj adı verilen bağışıklık hücrelerinin bölgeye geldiğini ortaya koydu.
Makrofajlar daha sonra adiposit (yağ hücresi) adı verilen hücreleri uyararak yağ asitleri salmalarını sağladı. Bu yağ asitleri, saç köklerindeki kök hücreler tarafından emilerek büyüme sürecini yeniden başlattı.
Araştırmacılar, “Bu bağlamda, yağ hücresi aktivasyonunun, cilt yaralanmasının tetiklediği olay zincirinde, bağışıklık hücreleri aracılı yerel iltihabın ardından gerçekleştiğini gösteriyoruz” diye yazdı.
“EVDE DENEMEYİN”
Bilim insanları daha sonra, aynı yağ asitlerinden oluşan bir serumu doğrudan farelerin derisine uyguladı. Bu kez herhangi bir yara veya tahriş olmadan da yaklaşık 20 gün içinde yeni tüylerin çıktığı gözlemlendi.
Ancak araştırma bazı sınırlamalara da işaret ediyor. Bu yöntemin yalnızca “dinlenme evresinde” bulunan saç köklerinde etkili olduğu belirtildi.
İnsanlardaki kellik ise genellikle saç köklerinin büyüme döngülerinin bozulmasından kaynaklandığı için, uygulamanın insanda daha karmaşık olabileceği ifade edildi.
Bu yüzden insanların saç çıkarma umuduyla kendi derilerine hasar vermesi çok tehlikeli olabilir. Uzmanlara göre süreç bu şekilde işlemiyor.
KLİNİK DENEMELER YOLDA
Araştırma ekibi, yöntemin insanlarda da işe yarayıp yaramayacağını görmek için klinik denemelere hazırlanıyor. Bilim insanları, saç kökü kök hücrelerini yeniden uyandırmaya dayalı bu yaklaşımın güvenli, pratik ve hızlı bir tedavi alternatifi olabileceğini söylüyor.
Ekip ayrıca, makrofajların yağ asidi salınımını neyin tetiklediği ve bağışıklık sistemi ile deri arasındaki etkileşimin nasıl işlediği konusunda daha fazla araştırma yapılması gerektiğini vurguluyor.
Çalışmanın sonuçları Cell Metabolism adlı hakemli bilimsel dergide yayımlandı.
-
Teknoloji1 hafta önceABD Hazine Bakanı Scott Bessent: “Çin, TikTok transfer anlaşmasını onayladı” — Anlaşma haftalar/aylar içinde ilerleyebilir
-
Teknoloji7 gün önceKaliforniya’lı Reflect Orbital’ın “Geceleri Güneş Işığı Satma” Projesi Tartışma Yarattı: “Korkunç ve Ürkütücü” İddiaları
-
Magazin1 hafta önceSoykırımı dünyaya gösteren fotoğrafçıya büyük ödül
-
Son Dakika5 gün önceTürkiye-Ermenistan sınırında 4,2 büyüklüğünde deprem
-
Magazin5 gün önceTürk Hava Yolları Reha Muhtar’ı kara listeye aldı
-
Ekonomi1 hafta önceMerkez Bankası, Papara Elektronik Para A.Ş.’nin faaliyet iznini iptal etti
-
Magazin1 hafta önce“Güller ve Günahlar” setinde kriz: Çalışanlar ücretlerini alamadı, çekimler durdu
-
Son Dakika7 gün önceSON DAKİKA — “İstanbul Senin” soruşturmasında 4 kişi tutuklandı
