Sanat
Sirba Orkestrası müzikseverlerle buluştu

CSO Ada Ankara Ziraat Bankası Ana Salonda düzenlenen sezon kapanış konserini, CSO Şefi ve Müzik Direktörü Cemi’i Can Deliorman yönetti. CSO’nun eşlik ettiği Fransız kökenli Sirba Orkestrası, sanatseverlere Rus, Macar ve Balkan ezgileri sundu.
Konserin birinci yarısının sonunda Şef Deliorman, meslekte 46 yılını tamamlayarak emekli olan CSO saksofon sanatçısı Fethi Günçer’i sahneye davet etti. Günçer, hayatının en duygu dolu günü olduğunu belirterek, sanatçı arkadaşları ve sanatseverlere teşekkür etti.
Konser sonunda konuşan Deliorman, orkestranın ihtiyaç duyduğu tüm imkanları sağlayan Kültür ve Turizm Bakanlığı ve DenizBank’a teşekkür etti.
Konserde, “Suite de Moldavıe”, “Valenki” ve “Cocher Ralentis Tes Chevaux” gibi eserler seslendirildi.
Sanat
Nazım Hikmet Ran’ın vefatının üzerinden 62 yıl geçti

Usta yazar Nazım Hikmet Ran, vefatının 62. yılında anılıyor. “Rüzgara Karşı Yürüyen Adam” şiirine “Rüzgara karşı yürüyorum/Yamalı caddelerinde bu şehrin” dizeleriyle başlayan Nazım Hikmet, kimi kaynaklara göre Ocak 1902’de, kimi kaynaklara göre ise Kasım 1901’de Selanik’te doğdu.
Asıl adı Mehmet Nazım olsa da “Nazım Hikmet” adıyla tanındı ve sonradan Ran soyadını aldı. Anne tarafından soyu Polonya’ya kadar uzanan şair, Türkiye’den uzakta geçirdiği yıllarda “Borzeçky” soyadını kullandı.
İLK ŞİİRİNİ 13 YAŞINDAYKEN KALEME ALDI
Unutulmaz şair, bir açıklamasında şiir yazmaya başlama hikayesini şu sözlerle anlatmıştı:
“Ben 1902 yılında, 20 Ocak’ta Selanik’te doğdum. Dedem valiydi, şiirle ilgilenirdi. Annem ressamdı, birkaç yabancı dil bilirdi. Babam önce elçilik, daha sonra üst düzey memurluk yaptı. İlk şiirimi 13 yaşındayken yazdım. Bir yangını anlatıyordu. Ailem benim harika bir çocuk olduğuma karar vermiş ve şiir yazmamı telkin etmeye başlamıştı. 15 yaşında bahriye okuluna verdiler. Deniz subayı yapmak istiyorlardı beni. Okuduğum sınıf ikiye ayrılmıştı. Bir kısmı sporla, diğeri şiirle uğraşıyordu. Ben şairler tarafına düştüm. Okulda bize tarih ve edebiyat derslerini ünlü Türk şairi Yahya Kemal veriyordu. Kedimi anlatan bir şiir yazmıştım. Yahya Kemal, şiirimi okuduktan sonra kedimi getirmemi söyledi. Tüyleri dökülmüş, çelimsiz bir kediydi. Yahya Kemal o zaman bana ‘Bu kadar allayıp pullayabildiğine göre, senden kesin şair olur.’ demişti. 16 yaşındayken Yeni Mecmua’da ‘Servilikler’ adlı şiirim yayınlandı. Bu şiir herkes tarafından beğenilmişti. 17 yaşında artık yazdıklarım ciddi ciddi basılıyordu.”
BAHRİYE MEKTEBİ’NE GİTTİ
İlkokulu Göztepe Taş Mektep’te okuyan şair, ardından Mekteb-i Sultani’nin hazırlık sınıfına yazıldı. Nazım Hikmet, ailesinin yaşadığı ekonomik sıkıntı nedeniyle bir yıl sonra okuldan alınarak Nişantaşı Sultanisi’ne kaydedildi.
Dedesi Mehmet Nazım Paşa’nın etkisiyle Mevlevilik konusunda bilgilenen Nazım Hikmet, meslek eğitimi için 1917’de Bahriye Mektebi’ne gitti.
Başarılı edebiyatçı, denizciler için yazdığı “Bir Bahriyelinin Ağzından” şiirinden etkilenen Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın desteğiyle girdiği Heybeliada Bahriye Mektebi’nden 1919’da mezun oldu.
Hamidiye kruvazörüne stajyer güverte subayı olarak atanan şair, 1920’de geçirdiği bir hastalık sebebiyle 1921’de sağlık kurulu kararıyla askerlikten çıkarıldı.
Bu süreçte edebiyata ilgisini sürdüren Ran, yazdığı şiirleri büyük hayranlık duyduğu Yahya Kemal’e gösterip eleştirilerini aldı.
“Bir inilti duydum serviliklerde / Dedim: Burada da ağlayan var mı? / Yoksa tek başına bu kuytu yerde / Eski bir sevgiyi anan rüzgar mı? / Gözlere inerken siyah örtüler / Umardım ki artık ölenler güler / Yoksa hayatında sevmiş ölüler / Hala servilerde ağlıyorlar mı?” dizelerinden oluşan ve Yahya Kemal tarafından düzenlenen “Hala Servilerde Ağlıyorlar mı?” şiiri, 1918’de Yeni Mecmua’da yayımlandı.
İLK DÖNEMLERİNDE ADI “HECECİ” ŞAİRLERLE ANILDI
Nazım Hikmet Ran, 1920’de Alemdar gazetesinin açtığı yarışmada birincilik ödülünü kazandı. İlk dönemlerinde adı “hececi” şairlerle anılan Ran, İstanbul’un işgal altında olduğu günlerde, vatan sevgisini yansıtan coşkulu direniş şiirleri kaleme aldı.
Usta şair, Milli Mücadele’ye katılmak üzere 1921’de Faruk Nafiz, Yusuf Ziya ve Vala Nurettin ile Sirkeci’den kalkan Yeni Dünya vapuruna gizlice binerek İnebolu’ya geçti. Bolu’da bir süre öğretmenlik yapan şair, daha sonra Batum üzerinden Moskova’ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde (KUTV) okudu. Milli Mücadele esnasında Anadolu’ya giden ve çalışan köylüleri gören şair, bu görüntülerle derinden etkilendi. Vala Nureddin ile gittiği Bolu’da “Spartaküsler” denilen grupla tanışması, Ran’ın sosyalizm ile temasa geçmesini sağladı.
MOSKOVA YOLCULUĞU SIRASINDA SERBEST ŞİİRLER YAZDI
Usta şair, ne yazdığını anlamasa da Batum’da duyduğu Rusça bir şiirin şeklinden etkilenerek serbest şiire ilgi duymaya başladı. Moskova yolculuğu sırasında yazmaya başladığı “Açların Gözbebekleri” şiirinde serbest ölçüyü deneyen Ran, yazdığı bazı şiirleri 1923’te “Yeni Hayat” ve “Aydınlık” adlı dergilere göndererek yayımlattı.
Ran, serbest ölçüde Türk şiirinin ilk örneklerini verirken, bir makalesinde şunları kaleme almıştı:
“Kafiyeli, vezinli şiir yazılmaz diyenler de kafiyesiz, vezinsiz şiir yazılmaz diyenler de dar kafalıdır. Şiir öyle de yazılır, böyle de. Ben şimdi bütün şekillerden yararlanıyorum. Halk edebiyatı vezninde de yazıyorum, kafiyeli de yazıyorum. Tersini de yapıyorum. En sade konuşma diliyle kafiyesiz, vezinsiz şiir de yazıyorum. Sevdadan da barıştan da inkılaptan da hayattan da ölümden de sevinçten de kederden de umuttan da umutsuzluktan da söz ediyorum. İnsana has her şeyin şiirime de has olmasını istiyorum. İstiyorum ki okuyucum bende bütün duygularının ifadesini bulabilsin.”
Moskova’dan 1924’te Türkiye’ye dönen Nazım Hikmet, Aydınlık dergisinde yayımlanan şiir ve yazılarından dolayı 15 yıl hapsi istenince tekrar Moskova’ya gitti.
TOPLUMCU BİR SANAT ANLAYIŞINI BENİMSEDİ
Nazım Hikmet Ran’ın ilk şiir kitabı “Güneşi İçenlerin Türküsü”, 1927’de Bakü’de yayımlandı. Cumhuriyet’in 5. yıl dönümü münasebetiyle çıkarılan aftan yararlanmak üzere Temmuz 1928’de Türkiye’ye girerken yakalanan Nazım Hikmet, bir süre tutuklu kaldı.
Unutulmaz şair, yazı kadrosuna katıldığı “Resimli Ay” dergisinde bir yandan şiirlerini yayımladı, bir yandan da edebiyatın yerleşmiş değerlerine karşı sert çıkışlar yaptı. Kendisini “sosyalist şair” olarak tanımlayan şair, sanatın amacı konusundaki tartışmada “Sanat sanat için değildir.” diyerek toplumcu bir anlayışı benimsediğini ifade etti.
Nazım Hikmet’in 1929’da İstanbul’da basılan “835 Satır” şiiri, edebiyat çevrelerinde geniş yankı uyandırdı. Şair tam anlamıyla klasik de denilemeyecek ama biçimsel bakımdan daha az deneysel bir şiir dili geliştirdi.
Şiirleriyle ilgili açılan pek çok davada beraat eden Ran, 1933’e kadar “gizli örgüt kurmak” suçundan daha sonra ise “orduyu ve donanmayı isyana teşvik” suçundan tutuklandı ve 28 yıl 4 ay hapis cezasına mahkum edildi.
“MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI” ESERİNDE 17 BİN MISRA YAZDI
Nazım Hikmet Ran, 1939’da 17 bin mısradan oluşan “Memleketimden İnsan Manzaraları” adlı eserini yazmaya başladı. Genel Af Yasası’ndan yararlanarak 1950’de serbest kalan şaire, Dünya Barış Konseyi tarafından Picasso, Paui Rubeson, Wanda Jakubuurska ve Pablo Neruda’yla birlikte “Uluslararası Barış Ödülü” verildi.
Pablo Neruda’nın “Nazım’a sahip çıkın. Biz onun yanında şair bile sayılmayız.” dediği şair, serbest kaldıktan sonra askerlik görevine alınacağını öğrenince, öldürüleceği düşüncesiyle Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliğine gitti. Usta şair, 25 Temmuz 1951’de Bakanlar Kurulunca Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Aynı yıl şairin oğlu Mehmet dünyaya geldi.
Uluslararası barış kongrelerine katılması ve bu doğrultuda mücadele etmesi nedeniyle de eserleri birçok dile çevrilen şair, dünyada çapında büyük üne ulaştı. Pek çok ülkeye seyahat ederek konferanslara katılan ve şiirlerini okuyan Nazım Hikmet Ran, 3 Haziran 1963’te kalp yetmezliği sonucu Moskova’da hayatını kaybetti.
“NAZIM HİKMET, SÜREKLİ DEĞİŞİMİN ŞAİRİDİR”
Nazım Hikmet’in ilk yıllardaki şairliği, daha sonraları kavga ettiği, Yahya Kemal Beyatlı, Peyami Safa, Ahmet Haşim gibi dönemin otoriteleri tarafından da kabul edildi ve övüldü. Fakat araya giren politik tercihler ve Nazım Hikmet’in hareketli ve değişken karakteri, bu yakınlığı ortadan kaldırdı.
Yazar Mehmet Solak, bu ilişki bağlamından hareketle onun kişiliği ve şairliği hakkında şunları kaydetmişti:
“Nazım Hikmet, sürekli değişimin şairidir. Benimsediği materyalist felsefenin, evrenin sürekli değişim içinde olması anlayışına da uygun bir tavırdır bu. Ne ki; değişim düşüncesinin, salt maddesel boyuta indirgenerek yaşanılan dünya (bu dünya) ile sınırlandırılması, unutma ve unutturma yaklaşımını zorunlu kılmaktadır. Bu da toprağına kök salamadan -kök salmayı çok istemesine rağmen- boyuna aramaktan başka bir yol açmamaktadır şaire. Kaldı ki, o yolda son durak yoktur, son basamak da. Şairin buldukça yeni bir şeyler aramaya koyulması yahut basamakları çıkmaktan sıkıldığında, altındaki merdiveni itmesi bundandır.”
2009’DA YENİDEN TÜRK VATANDAŞLIĞINA KABUL EDİLDİ
Yazar Yaşar Kemal de kaleme aldığı “En Büyük Şairimiz” adlı makalesinde “büyük halk ozanlarının son büyük halkası” dediği Nazım Hikmet için “Türk dili var oldukça Nazım Hikmet de var olacaktır.” ifadelerini kullanmış, ayrıca “Eğer Nazım Hikmet gibi büyük yol gösterici gelmeseydi, edebiyatımız bu seviyeye çıkamazdı.” değerlendirmesinde bulunmuştu.
Şairin doğumunun 100. yılı dolayısıyla 2002 yılı UNESCO tarafından “Nazım Yılı” ilan edildi.
Novodeviçi Mezarlığı’nda toprağa verilen şair, 5 Ocak 2009 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla yeniden Türk vatandaşlığına kabul edildi.
Nazım Hikmet’in “Dağların Havası” (Osmanlıca), “Güneşi İçenlerin Türküsü”, “835 Satır”, “Sesini Kaybeden Şehir”, “Benerci Kendini Niçin Öldürdü?”, “Taranta Babu’ya Mektuplar” isimli eserleri yaşamı sırasında, “Kurtuluş Savaşı Destanı”, “Rubailer”, “Memleketimden İnsan Manzaraları”, “Cezaevinden Memet Fuat’a Mektuplar”, “Kemal Tahir’e Mapushaneden Mektuplar”, “Kuvayi Milliye”, “Sevdalı Bulut”, “Nazım ile Piraye”, “Hikayeler”, “Piraye’ye Mektuplar” ve “Henüz Vakit Varken Gülüm”ün de aralarında bulunduğu çok sayıda eseri ise vefatından sonra yayımlandı.
Eserleri 50’den fazla dile çevrilen şair, cezaevindeyken, İbrahim Sabri ve Mazhar Lütfi takma adlarının yanında imzasız olarak da bazı şiirlerini okuyucuyla buluşturdu, 1949’da ise Ahmet Oğuz Saruhan adıyla “La Fontaine’den Masallar” isimli kitabını çıkardı.
Akşam, Son Posta ve Tan gazetelerinde “Orhan Selim” takma adıyla fıkra yazarlığı ve başyazarlık yapan şairin, yine Orhan Selim imzalı “İt Ürür Kervan Yürür” adlı kitabı da bulunuyor.
Oyun yazarı da olan Nazım Hikmet’in, “Kafatası”, “Bir Ölü Evi”, “Unutulan Adam” ve “Ferhat İle Şirin”in de aralarında bulunduğu 22 tiyatro eseri, Türkiye’nin yanı sıra Rusya, Almanya, Macaristan, Polonya ve Çekoslovakya’da sahnelendi. Türkiye’de serbest nazımın ilk uygulayıcısı olan Nazım Hikmet’in şiirleri, Ahmet Kaya, Ruhi Su, Edip Akbayram, Fikret Kızılok, Cem Karaca, Fuat Saka, Zülfü Livaneli ve Yunan besteci Manos Loizos tarafından seslendirildi.
Nazım Hikmet, kısa süren ilk evliliğini Nüzhet Hanım’la yaptı. Ardından sırasıyla Dr. Lena Hanım, Piraye Hanım, Münevver Hanım ve Rus uyruklu Vera Hanım’la evlendi.
Sanat
Alan Parsons, İstanbul konseri öncesi mesaj gönderdi

Kariyerinde 50 yılı geride bırakan İngiliz müzisyen ve ekibi The Alan Parsons Project, Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi’nde Epifoni ve StagePass ortak organizasyonuyla gerçekleştirilecek gecede kült parçalarını seslendirecek.
Alan Parsons’ın kişisel Facebook hesabında yapılan paylaşımda İstanbul konserine ilişkin, “Merhaba Türkiye. 11 Haziran’da İstanbul’a geliyorum. Hepinizi orada görmeyi umuyorum. Biletler satışta.” ifadelerine yer verildi.
Bugüne kadar çok sayıda ödüle ve 13 Grammy adaylığına layık görülen “ses sihirbazı” Alan Parsons, 1974’te Abbey Road Stüdyoları’nda Eric Woolfson ile tanışarak müzik tarihini şekillendiren The Alan Parsons Project’i kurdu. Sanatçı, 1976-1987’de yayımlanan 10 tematik albüme imza attı.
Topluluk, 1982’de yayımlanan soft pop/rock klasiği “Eye in the Sky” ve “Old and Wise” parçalarıyla müzik tarihine geçti. Synthesizer kullanımını ustalıkla şekillendiren Alan Parsons Project aranjmanları, ekibe çok sayıda altın ve platin plak kazandırdı.
Sanat
Şanlıurfa Kültür Yolu Festivali’ne büyük ilgi: Yaklaşık 1 milyon ziyaretçiyi ağırladı

Festival yetkililerinden alınan bilgiye göre, 24 Mayıs-1 Haziran tarihlerindeki festivalde konserlerden tiyatro oyunlarına, sergilerden gastronomi ve arkeoloji atölyelerine kadar yüzlerce etkinlik gerçekleştirildi. Festival kapsamında sanatseverler, kentin dört bir yanına yayılan sergilerde Şanlıurfa‘nın kültürel birikimini ve sanatla harmanlanan mirasını keşfetme fırsatı buldu.
Nabil Anani’nin “Filistin Benim Vatanım” Sergisi, küratörlüğünü Samed Karagöz’ün üstlendiği, 16 Filistinli sanatçının eserlerinden oluşan “Hala Yaşıyorum” Sergisi ve yaşamını yitiren usta sanatçı Ferdi Tayfur’un hayatını konu alan “Sabahçı Kahvesi” Sergisi ziyaretçilerini ağırladı. Mevlid-i Halil Camisi, adalet temasını içeren hat ve tezhip sanatından örneklerin yer aldığı “Adil-i Mutlak” Hat Sergisi’ne ev sahipliği yaptı.
“Işıkla Ateş Arasında” başlıklı mapping gösterisinde Balıklıgöl efsanesi, dijital zamanın görsel diliyle yeniden yorumlanarak ateş, su, dua ve zaman kavramları ebru desenlerinin akışında yansıtıldı.
Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nde kurulan sahnede Serkan Kaya, Oğuzhan Koç, Bilal Sonses, Bayhan, Derya Uluğ, Murat Dalkılıç, Bengü, Ebru Yaşar ve Alişan gibi ünlü sanatçılar, hayranlarıyla buluşarak en sevilen şarkılarını seslendirdi.
Devlet Tiyatroları ile Devlet Opera ve Balesi’nin sezon boyunca kapalı gişe sahnelenen oyun ve performansları, festival kapsamında Şanlıurfalıların beğenisine sunuldu. Festivalde “Tarihin Sıfır Noktasında Sıfır Atık Defilesi”, Geleneksel Sanatlar Derneğinin “Türkiye’nin Ustaları” belgesel gösterimi, Geleneksel Sanatlar Derneğinin “Yaşayan Miras Çalıştayı ve Söyleşisi” ile “Son Veriler Işığında Taş Tepeler Kazıları Söyleşisi” gerçekleştirildi.
Kentin çeşitli noktalarında gerçekleştirilen atölyelerde yetişkin ve çocuklar sanatla tanışarak yeni deneyimler kazandı, Türkiye ve Filistin’in başarılı yazarları “Uluslararası Genç Yazarlar Buluşması”nda katılımcılarla bir araya geldi.
“Çocuk Köyü”nde eğlenen çocuklar, “Rafadan Tayfa” ve “Kral Şakir” gibi lisanslı çocuk tiyatrolarında en sevdikleri çizgi film kahramanlarını sahnede izleme fırsatı buldu. Şanlıurfalıların yanı sıra çevre illerden de yoğun katılımın olduğu, 9 gün süren festival, yaklaşık 1 milyon ziyaretçiyi ağırladı.
-
Gündem1 hafta önce
Özgür Evren Öziş’in Cansız Bedeni Ağaçta Bulundu: Ailesi Televizyon Programlarına Başvurmuştu
-
Teknoloji6 gün önce
Gizemli Uzay Nesnesi ASKAP J1832−091: Dünya’ya Her 44 Dakikada Bir Radyo ve X-Işını Sinyali Gönderiyor
-
Magazin1 hafta önce
Yalı Çapkını’nın Hattuç Hala’sı Şerif Sezer Trafik Kazası Geçirdi – Aracı Hurdaya Döndü, Sağlık Durumu İyi
-
Gündem1 hafta önce
Papara’ya Yasa Dışı Bahis Operasyonu: 8 Şirkete Kayyum Atandı
-
Gündem5 gün önce
Hamilelikte Mucize Görüntü: 8 Aylık Amanda Foster’ın Ultrasonunda “Tanrı’nın Eli” Belirdi
-
Magazin1 hafta önce
Fahriye Evcen’den mutlu aile pozu
-
Gündem5 gün önce
Konya’da 10 Yaşındaki Öğrencinin Boğazını Sıkma Faciası: Küçük Yusuf Yoğun Bakımda Hayat Mücadelesi Veriyor
-
Gündem1 hafta önce
Narin Güran Davasında İstinaf Onayı: Anne, Amca ve Ağabeyin Ağırlaştırılmış Müebbet Hapsi Kesinleşti