Daha fazla hava durumu tahmini: 15 günlük hava durumu İstanbul
Bizimle İletişimde Kalın

Teknoloji

Yapay zeka ve büyük veri: Google nasıl bir görev üstlendi?

Yayımlandı

üzerinde

Her gün dakikada yaklaşık 70 uçak havalanıyor. Ve bir uçağın her yerinde veri toplama amaçlı binlerce sensör bulunuyor. En çok sensör uçağın motorunda var. Oradan sağlanan veriler güvenlik anlamına geliyor.

Ayrıca koltuklarda, koridorda, havalandırma sisteminde, mutfakta, gösterge panellerinde de azımsanmayacak sayıda sensör bulunuyor.
1 saat süren bir yolculukta bu sensörler 1 terabayt veri üretiyor. Bu, bir uçağın; eski adıyla Twitter, yeni adıyla X’in bir günde ürettiğinden çok daha fazla veriyi ürettiği anlamına geliyor.

Böylece her gün havalanan 100 bin uçak; hava durumu, motor performansı, yakıt ekonomisi, yolcuların ortalama ağırlıkları, yol boyu içilen kahve sayısı gibi milyonlarca hatta milyarlarca veriyle dönüş yapıyor. Ya dünyanın diğer alanlarında toplanan veri?

Süpermarketlerde, oto yollarda, alışveriş sitelerinde, fabrikalarda, spor salonlarında, okullarda, adliye binalarında, hastanelerde. Aklın almakta zorlanacağı boyutta bir veriden bahsediyoruz.

Bilim adamlarına göre bu yıl 175 zettabayt veri üreteceğiz. Bu veriyi CD’lere aktarsak dünyanın etrafını 22 kez dolaşabiliriz ya da 1 trilyon 750 milyon adet 4K filme eşdeğer bir büyüklükten bahsediyoruz.
Dahası hayatımız her geçen gün ve anda çoğalarak, sürekli veri toplayıp iletiyor… Otonom otomobiller, mobil asistanlar, akıllı telefon, saat ve televizyonlar bu verilerin toplayıcı ve iletenleri…

Uzmanları bu büyük veri işlemeyi nasıl görüyor? 

Bernard Marr:

Mobil devrim ve sosyal medya patlaması ile birlikte elimizde aniden işleyebileceğimiz devasa miktarda veri oluştu. Bunun üzerine bulut teknolojisi gelişti; bu, verilerimizi işlemek için uzak bir veri merkezindeki bilgisayarları kullanabileceğimiz anlamına geliyordu. Evdeki bilgisayarlarımızı veya cep telefonlarımızı kullanmak zorunda değildik. Bu, modern yapay zekanın inanılmaz şeyler yapabilmesini mümkün kıldı.

Halil Aksu:

İnternete bağlı olan cihazların hepsi veri üretecek. Bu veriler o meşhur büyük veriyi oluşturuyor; terabaytlar, petabaytlar, zetabaytlar… Ve bununla eğitildi o akıllı büyük dil modelleri. Şu an bayıla bayıla kullandığımız ve aklımıza şaşkınlıkla hayranlıkla izlediğimiz o meşhur üretken yapay zeka araçları, bu verilerle, tüm dijital verilerle eğitildi.

Bir dakikalık süre içinde; 210 milyon e-posta gönderildi. 60 milyon mesaj bir başka kişiye iletildi. 5 milyon kişi Google’da arama yaptı.Bir milyon kişi Facebook’a girdi. 450 saat uzunluğunda video Youtube’a yüklendi, 5,2 milyon video izlendi. Bunca şey sadece 1 dakikada gerçekleşiyor.
Her geçen gün çoğalan bu veriye, “Big Data” yani “Büyük Veri” deniyor…

Büyük Veriyi elde etmek, depolamak ve analiz etmek çok fazla işlemci gücü gerektiriyor.

Yapay zekânın böyle hızlı gelişmesinin ikinci nedeni de işlem gücünde son dönemde kaydedilen devasa ilerleme. Ayrıca verinin bir cihaz yerine “bulutta” depolanabilmesi. Bunlara bir de çiplerin küçülmesi ve güçlenmesiyle birlikte, yapay zeka işlemlerinin akıllı telefon gibi daha küçük cihazlarla gerçekleştirilebiliyor olmasını da eklemek gerekiyor.
Büyük veri, bulut teknolojisi ve güçlü İşlemciler. İşte bu üç alandaki gelişmeler yapay zekayı baş döndürücü bir güç haline getirdi.
60 yılda klavyesi, faresi, ekranı olmayan, sadece hesaplama yapan devasa büyüklükteki bilgisayarlardan, kendi başına öğrenen küçük, kullanımı kolay makinalara geçtik.

Bilim dünyası bu yolculukta çok farklı yapay zeka çeşitlerini hayata geçirdi, yenilerini üretme çalışmalarına da devam ediyor.

Hedefte; insan zekasına benzer şekilde problem çözebilen, bilinç sahibi olanbir genel yapay zeka…

İnsan zekasını da aşan, her türlü bilişsel görevi eksiksiz yerine getirebilen bir süper yapay zeka.Ve empati kurma kabiliyetine sahip, kendine has karakteri olan bir öz-farkındalık Yapay zekası var…

Bernard Marr:

Yapay zekanın öğrenme yöntemlerinden biri de insan davranışlarını taklit etmektir. Örneğin, bir Tesla arabası insanların nasıl sürdüğünü gözlemler ve bunu taklit ederek öğrenir. Ancak en son evrim, bu araçların hepsini bir araya getiren büyük dil modelleridir. ChatGPT ve Google Gemini gibi araçlar, herkesin kullanabileceği ücretsiz hizmetler olarak yapay zekayı hayatımıza soktu. Bu araçlar sorularımızı yanıtlayabilir, metinler, görüntüler, müzik, videolar ve daha fazlasını oluşturabilir. Günümüzde bu sürekli evrim devam ediyor ve gelecekte de artarak sürecek.

Aslında şu anda yapabildiğimiz tek yapay zeka: Sınırlı .

Sınırlı yapay zeka; geçmiş verilerden öğrenme yeteneğine sahip ve kararlarını bu öğrenmelere dayanarak verir. En bilenen örneği de otonom sürüş sistemleri. Araçlar yol koşullarını değerlendirir ve daha önce kendisine öğretilen verileri hatırlayarak yeni kararlar alır. Bu sınırlı yapay zekanın ta kendisi. Sınırlı yapay zekayı bir aşama sonrasına götüren gelişme şimdiden hazır. Generative AI, yani Üretken yapay zeka.

Orkun Işıtmak:

Yapay Zeka sorumlu ve doğru kullanıldığında Ben gençliği çok pozitif yönde etkileyeceğine inanıyorum. özellikle yaratıcılık eğlence ve öğrenme alanlarında bir şey yapmak istediklerinde çok daha kolay çok daha ulaşılabilir bir şekilde yapabilecekleri bir ortam sağladığına inanıyorum

Matt Brittin:

Google’ın misyonu, dünyanın bilgilerini organize etmek ve bunu herkes için faydalı ve erişilebilir hale getirmektir ve yapay zeka bu misyonu daha da ileriye taşıyacak. Eğer konuşamıyorsanız, okuyamıyorsanız, yapay zekanın yetenekleriyle size yardımcı olabiliriz.

Üretken yapay zeka şu ana kadar bilinen ve kullanılan yapay zeka çeşitleri arasında en ileri aşama olarak kabul ediliyor. Belirli bir veri girdisini kullanarak yeni ve özgün içerikler üretilebilmesine olanak sağlıyor. Bir sanatçı inceliğinde fotoğraflar, grafikler, resimler, videolar üretebiliyor.

Yonca Dervişoğlu:

Yapay Zeka insan işbirliği ile beraber insanların potansiyelini çok daha ortaya çıkaracak ve bu gerek müzisyen olsun ilim dalında olsun iş ortamında olsun çok büyük Eee olumlu gelişmelere yol açacak bir teknoloji

Matt Brittin:

Örnek olarak, “Project Relate” adında harika bir proje var. Bu proje konuşma engelli kişilerin iletişim kurmasına yardımcı oluyor. Telefonunuzu kullanarak söylediklerinize altyazı ekleyebilirsiniz ve bu, iletişim engellerini ortadan kaldırır. Bu yüzden, insanların birbirini anlamasını sağlamak ve kendilerini ifade etmelerini kolaylaştırmak için köprüler inşa etmek, duvarlar değil, çok büyük bir fırsat.

21. yüzyılda yaşayanlar da bir devrime tanık oluyor. Yapay zeka devrimi.

John McCarthy’nin 20. yüzyılda bahsettiği düşünen, konuşan, hayatı kolaylaştıran bilgisayarlar artık hayatımızda.

Ancak her yeni teknolojide olduğu gibi destekleyenler kadar karşıtları da var. Kimileri yapay zekanın yapıcı olacağını kimileri ise yıkıcı olacağını düşünüyor.

Levent Erden:

Yapay Zeka gelip birilerinin Elinden bir şey almayacak. Ben bununla nasıl daha öteye giderim, nasıl ileriye giderim diye konuşulacağını yani ben nalbantın şimdi otomobil çıktı. Dolayısıyla kimse bana atını getirmeyecek diye ağlamanın alemi yok ehliyet almaya kalkmak lazım.

Ayşegül İldeniz:

çok heyecanlı bir şey. Teknoloji muhteşem bir gereç. Biz son 30-40 yıl içinde insanlık olarak insanlığın üçte ikisini e aşırı fakirlikten bir yukarı taşımayı başardık. Milyarlarca insan aslında o o en minimum yaşam seviyesinin bir adım üzerine çıkmayı başardılar. Bu da kısmen de olsa birçok şeyle beraber teknolojik inovasyonun eseri. O anlamda ben hep şöyle derim; teknoloj biz insanlar onunla ne yaparsak bize onu verir

Peki dünya yapay zeka konusunda dev adımlar atarken, Türkiye nerede? Uzmanlara göre Türkiye’nin büyük bir potansiyeli var…

Zafer Küçükşabanoğlu:

Şu an meşgul Türkiye’ye bir orkestrasyon gerekiyor. Yani Yapay Zeka konusunda kamunun bu görevi üstlenmesi gerekiyor. Bu işin öncüsü olmalı ve orkestrasyon şeklinde sivil toplum kuruluşlarını ve özel sektörü yönlendirmeli. Yapay Zeka eşittir veri. Veri koordinasyonu sever. Odaklarına da gençleri alması lazım. Türkiye’nin yapay zekadaki en büyük kozu bu topraklarda yaşayan 0-21 yaş arası 27 milyon genci deir biz bu gençlerimizi anlar, onlara zemin oluşturur, yapay zekaya ilgilerini, heyecan ve meraklarını önce bilgiye Daha sonra da girişimciliğe çevirebilirse Türkiye Yapay Zeka endekslerinde 10 ülke arasına girebilir.

Okumaya Devam Et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Teknoloji

Avustralya tarihi kararı uyguladı: 16 yaş altına sosyal medya yasağı başladı

Yayımlandı

üzerinde

Avustralya tarihi kararı uyguladı: 16 yaş altına sosyal medya yasağı başladı

Avustralya, 16 yaşından küçüklerin sosyal medya hesaplarına erişimini yasaklayan ve “dünyada ilk” olarak nitelenen yasayı 10 Aralık 2025 itibarıyla yürürlüğe koydu. Instagram, Facebook, TikTok ve X gibi platformlardaki milyonlarca çocuk hesabı devre dışı bırakıldı.

Tarih: 10 Aralık 2025
Son Güncelleme: 10 Aralık 2025 00:30
Okuma Süresi: 4 dakika

Avustralya’da, 16 yaşından küçüklerin sosyal medya platformlarında hesap oluşturmasını ve bulundurmasını yasaklayan kanun, yerel saatle 10 Aralık 00.00’da yürürlüğe girdi. Dünyada bir ilk olan bu uygulama kapsamında, başta Instagram, Facebook ve TikTok olmak üzere 10 büyük sosyal medya platformunun, bu yaş grubundaki kullanıcı hesaplarını kapatması ve yeni hesap açılmasını engellemesi zorunlu hale geldi.

Yasak Hangi Platformları Kapsıyor?

Yasağın kapsamına giren ve 16 yaş altı hesapları kapatması gereken platformlar şunlar:

· Facebook, Instagram, Threads (Meta şirketi)
· TikTok (ByteDance şirketi)
· X (eski adı Twitter)
· Snapchat
· YouTube
· Reddit
· Kick ve Twitch (canlı yayın platformları)

WhatsApp, Messenger Kids, Google Classroom ve YouTube Kids gibi platformlar ise yasağın kapsamı dışında bırakıldı. Ayrıca, oyun platformları olan Roblox ve Discord da bazı özelliklerine yaş sınırlaması getirerek yasağın dışında kalmayı başardı.

Yasa Nasıl Uygulanacak? Sorumluluk Kimde?

Uygulamanın teknik sorumluluğu tamamen sosyal medya şirketlerine yüklenmiş durumda. Şirketlerin, kullanıcıların yaşını doğrulamak için “makul önlemler” alması gerekiyor. Bu önlemler arasında yüz yaşı tahmini teknolojileri veya resmi kimlikle doğrulama yöntemleri yer alabiliyor.

· Platformlara ağır cezalar: Yükümlülüklerini yerine getirmeyen şirketlere, tekrarlanan ihlallerde 49.5 milyon Avustralya Doları’na (yaklaşık 33 milyon ABD Doları) kadar para cezası kesilebilecek.
· Kullanıcılar ve aileler ceza almayacak: Çocukların yasağı delmeye çalışması veya ebeveynlerin buna göz yumması durumunda herhangi bir ceza öngörülmüyor.

 Yasağa Yönelik Tepkiler ve Endişeler

Uygulama, toplumda ve uzmanlar arasında karışık tepkilere yol açtı.

Hükümet ve Destekçilerinin Görüşü:
BaşbakanAnthony Albanese, yasağın amacının gençleri “bitmek bilmeyen yayın ve algoritmaların” yol açtığı baskıdan korumak olduğunu belirtti. Albanese, gençlere “telefonunuzda gezinerek geçirmek yerine yeni bir spora başlayın, yeni bir enstrüman öğrenin” çağrısı yaptı.
Yapılan anketler,Avustralyalı seçmenlerin üçte ikisinin bu yasağı desteklediğini gösteriyor. Özellikle, çocuklarını siber zorbalık veya zararlı içerik nedeniyle kaybeden aileler, yasayı gecikmiş ancçok gerekli bir adım olarak görüyor.

Karşı Görüşler ve Endişeler:

· Sosyal İzolasyon: Bazı uzmanlar, yasağın özellikle dezavantajlı, engelli veya kırsal bölgelerde yaşayan gençler için sosyal izolasyonu artırabileceği konusunda uyarıyor. Örneğin, nadir bir sinir hastalığı olan 15 yaşındaki Ezra Sholl, “Sosyal medya yasağı dünyamı daraltacak” diyerek platformların kendisine benzer ilgi alanlarına sahip insanlarla bağ kurma fırsatı verdiğini söylüyor.
· Uygulama Zorlukları ve Yeni Riskler: Birçok uzman, yasağın teknik olarak mükemmel şekilde uygulanamayacağını belirtiyor. Gençlerin, sanal özel ağ (VPN) kullanmak veya yaşlarını büyük göstermek gibi yollarla yasağı delmeye çalışabileceği, hatta daha az denetlenen ve daha karanlık köşelere itilebileceği endişesi dile getiriliyor.
· Yasal İtiraz: Digital Freedom Project (Dijital Özgürlük Projesi) adlı sivil toplum kuruluşunun desteğiyle iki genç, yasağın çocuk haklarına aykırı olduğu gerekçesiyle Yüksek Mahkeme’ye başvurdu.

Dünya Avustralya’yı İzliyor

Avustralya’nın bu radikal adımı, küresel düzeyde yakından takip ediliyor. Malezya, Danimarka ve Norveç gibi ülkeler benzer yasakları getirmeyi değerlendirdiklerini açıklarken, Avrupa Birliği de benzer kısıtlamaları benimsemek için bir karar aldı. Birleşik Krallık hükümeti ise Avustralya’nın yaklaşımını “yakından izlediklerini” ifade etti.

Özet: Ne Oldu?

· Ne Zaman: 10 Aralık 2025, yerel saatle 00.00.
· Kapsam: 16 yaşından küçük tüm Avustralyalılar.
· Sorumlu: Sosyal medya şirketleri (kullanıcılar veya aileler değil).
· Cezalar: Uyum sağlamayan şirketlere 49.5 milyon AUD’ya kadar para cezası.
· Amaç: Çocukları zararlı içerik, siber zorbalık ve dijital bağımlılıktan korumak.

Avustralya’nın bu “dünyada ilk” uygulaması, dijital çağda çocukları koruma ile ifade özgürlüğü ve sosyal katılım arasındaki dengeyi nasıl kuracağımız konusundaki küresel tartışmayı daha da alevlendirdi. Uygulamanın sonuçları, yalnızca Avustralya için değil, benzer adımlar düşünen tüm ülkeler için bir yol haritası olacak.

Okumaya Devam Et

Teknoloji

NASA ve ESA’dan Tarihi Paylaşım: 3I/ATLAS’ın En Net Görüntüleri Açıklandı

Yayımlandı

üzerinde

NASA ve ESA’dan Tarihi Paylaşım: 3I/ATLAS’ın En Net Görüntüleri Açıklandı

Tarih: 10 Aralık 2025 Okuma Süresi: 4 dakika

NASA ve Avrupa Uzay Ajansı (ESA), Güneş Sistemi’mizin üçüncü yıldızlararası ziyaretçisi 3I/ATLAS kuyruklu yıldızının, Güneş’e yakın geçişinin ardından çekilmiş şimdiye kadarki en ayrıntılı ve net görüntülerini bilim dünyasıyla paylaştı. Gizemli ziyaretçi, 19 Aralık’ta Dünya’ya en yakın konumuna ulaşacak.

 

Gizemli Ziyaretçi Güneş’ten Geçtikten Sonra Canlandı

3I/ATLAS, 1 Temmuz 2025’te keşfedilmiş ve Güneş Sistemi’mize giriş yapan, 1I/’Oumuamua ve 2I/Borisov’dan sonraki üçüncü doğrulanmış yıldızlararası cisim olmuştu. Saatte yaklaşık 210 bin kilometre gibi olağanüstü bir hızla ilerleyen cisim, Ekim ayında önce Mars’ın yörüngesinin içinden, ardından da Güneş’e en yakın noktasından geçti.

Bu yakın geçiş, kuyruklu yıldızın iç yapısındaki buzların hızla buharlaşmasına yol açtı. Sonuç olarak 3I/ATLAS, belirgin biçimde parlaklaştı ve yoğun gaz ile toz püskürten aktif bir hale geldi. NASA yöneticileri, cismin kesinlikle doğal bir oluşum olduğunu ve herhangi bir yapay “tekno-imza” taşımadığını açıkladı.

Hubble ve Juice Uzay Araçlarından Kritik Gözlemler

NASA’nın Hubble Uzay Teleskobu, 30 Kasım’da kuyruklu yıldızın yeni bir görüntüsünü yakaladı. Bu görüntüde, kuyruklu yıldızın parlak çekirdeği (nükleus) ve onu saran, buharlaşan buz ve tozdan oluşan geniş “koma” bulutu açıkça seçilebiliyor. Ayrıca, Güneş’e bakan taraftan yükselen ince gaz jetleri de görüntüde dikkat çekiyor.

Diğer taraftan, ESA’nın Jüpiter’e yolculuk yapan Juice uzay aracı, 2 Kasım’da kuyruklu yıldıza sadece 66 milyon kilometre gibi nispeten yakın bir mesafeden bakma fırsatı buldu. Juice, cismin komasını ve iki farklı kuyruğunu (bir plazma ve bir de toz kuyruğu) görüntülemeyi başardı.

20’yi Aşkın Uzay Aracı Tek Bir Cisme Kilitlemişti

3I/ATLAS’ın Güneş’e en yakın geçişi sırasında Dünya, Güneş’in diğer tarafında yer alıyordu ve doğrudan gözlem yapamıyordu. NASA ve uluslararası ortakları bu zorluğu aşmak için benzeri görülmemiş bir seferberlik başlattı. Hubble ve James Webb Uzay Teleskobu’nun yanı sıra, Mars yörüngesindeki araçlar, Psyche, Lucy ve hatta Parker Güneş Sondası gibi Güneş Sistemi’nin farklı noktalarındaki yaklaşık 20’den fazla uzay görevi, adeta bir “paparazzi ordusu” gibi bu tek gizemli cisme odaklandı.

Gözlem Yapan Bazı Uzay Araçları:

· Hubble Uzay Teleskobu: Yüksek çözünürlüklü optik görüntüler
· James Webb Uzay Teleskobu (JWST): Kızılötesi dalga boyunda kimyasal bileşim analizi
· Mars Keşif Yörünge Aracı (MRO): 2 Ekim’de yaklaşık 30 milyon km uzaktan görüntüledi
· Juice (ESA): Yakın mesafeden plazma ve toz kuyruğu gözlemi
· SOHO (ESA/NASA): 15-26 Ekim’de Güneş yakınındaki geçişini kaydetti

Neden Görüntüler Hala “Bulanık” Görünüyor?

Kameraların karşısına geçen NASA yetkilileri, paylaşılan ham görüntülerin Hollywood filmlerindeki gibi ultra net olmamasını şu şekilde açıkladı: Bu görüntüler, milyarlarca kilometre öteden, belki de başka bir yıldız sisteminden kopup gelmiş bir cismin “gerçek” ve “ham” anlarını yansıtıyor.

Örneğin, Güneş’e en yakın anını görüntüleyen SOHO gözlemevinin kamerası, 1980’lerin sonunda geliştirilmişti ve 30 yıldır uzayda çalışıyor. Ayrıca, Mars yüzeyindeki bir gezgini net görebilen MRO kamerası bile, Dünya’dan yüz milyonlarca kilometre uzaktaki küçük ve hızlı bir kuyruklu yıldızı yüksek çözünürlükte çekmekte zorlanabiliyor. Bilim insanları için asıl değerli olan, bu piksellerin içindeki ışık spektrumunu analiz ederek cismin kimyasal yapısını çözmek.

Başka Bir Yıldız Sisteminin Kimyasal İmzası

JWST ve SPHEREx gibi kızılötesi gözlem araçlarından gelen ilk veriler, 3I/ATLAS’ın Güneş Sistemi’ndeki kuyruklu yıldızlardan farklı bir kimyasal parmak izi taşıdığını gösteriyor. Karbondioksit (CO2) bakımından zengin olan kuyruklu yıldızın çekirdeğinde su buzunun varlığı da doğrulandı. Bu bulgular, cismin kökeninin Güneş Sistemi dışında olduğu tezini güçlendiriyor.

Boyutuna ilişkin ilk tahminler, çapının 440 metre ile 5.6 kilometre arasında olabileceğini gösteriyor. Bu, onu şu ana kadar tespit edilen en büyük yıldızlararası cisim yapıyor.

Amatör Gözlemciler İçin Son Şans

3I/ATLAS, 29 Ekim’de Güneş’e en yakın geçişini tamamladı ve artık Güneş Sistemi’nden çıkış yolculuğuna başladı. 19 Aralık 2025’te Dünya’ya yaklaşık 270 milyon kilometre mesafede, en yakın konumuna ulaşacak. Bu, Dünya ile Güneş arasındaki mesafenin neredeyse iki katı kadar bir uzaklık, bu nedenle herhangi bir çarpışma riski bulunmuyor.

Kuzey Yarım Küre’deki amatör gökbilimciler, bu tarihe kadar sabah saatlerinde, en az 20-30 cm çaplı bir teleskopla kuyruklu yıldızı gözlemleyebilme şansına sahip. Bu, başka bir yıldız sisteminden gelen bu nadir misafiri görmek için son fırsatlar olacak.

Bilim dünyası ise, Juice uzay aracının henüz Dünya’ya iletmediği veriler de dahil olmak üzere, elde edilen tüm verileri analiz etmeye devam ediyor. 3I/ATLAS, Güneş Sistemi’mizden ayrılmadan önce, evrenin uzak bir köşesindeki bir yıldız sisteminin yapıtaşları hakkında paha biçilmez bilgiler sunmaya devam edecek.

 

Okumaya Devam Et

Teknoloji

Zaman Bir Yanılsama mı? Bilim Dünyasını Sarsan Soru

Yayımlandı

üzerinde

“Zamanın olmadığı bir evren, fizik kanunları açısından mümkün görünüyor.” – Fizikçi Jim Al-Khalili

Yayın Tarihi: 9 Aralık 2025
okuma Süresi: 5 dakika

Fizikçiler, zamanın doğasının düşündüğümüzden çok daha tuhaf olduğunu ve günlük algımızın aksine, evrenin temel bir bileşeni olmayabileceğini tartışıyor. Yeni teorilere göre, geçmişten geleceğe aktığını hissettiğimiz zaman, aslında kuantum dolanıklık gibi daha temel fiziksel süreçlerin yarattığı bir yanılsama olabilir. Bu radikal fikir, Einstein’dan bu yana kabul gören uzay-zaman anlayışını temelden sorguluyor.

Zaman Kavramı Neden Bu Kadar Gizemli?

Fiziğin en büyük iki teorisi, zamanı tamamen farklı şekillerde tanımlıyor. Bu uyumsuzluk, bilim insanlarının “zaman nedir?” sorusuna net bir cevap verememesinin temel nedeni.

· Genel Görelilik Teorisi: Einstein’ın teorisinde zaman, uzayla iç içe geçmiş dört boyutlu bir dokunun parçasıdır. Kütle ve enerji bu dokuyu büker; örneğin, güçlü bir yerçekimi alanı yakınında zaman daha yavaş akar.
· Kuantum Mekaniği: Atom altı dünyayı yöneten bu teoride ise zaman, denklemlerde dışarıdan eklenen, değişmeyen sabit bir parametreden ibarettir.

Bu iki teoriyi birleştirmek, modern fiziğin en büyük hedefi. Ancak ilk birleştirme denemeleri, şaşırtıcı bir sonuca işaret etti: Evrenin temel denklemlerinde zaman değişkeni hiç görünmüyordu. 1960’larda fizikçi John Wheeler ve Bryce DeWitt’in geliştirdiği ünlü denklem, zamansız bir evren resmi çizdi.

Kuantum Saat: Zaman Algımız Nereden Geliyor?

Zamanın bir yanılsama olduğu fikrini güçlendiren en ilginç teorilerden biri, algımızın kuantum dolanıklıktan doğduğunu öne sürüyor.

Kuantum dolanıklık, birbiriyle etkileşime girmiş iki parçacığın, aralarındaki mesafe ne kadar uzak olursa olsun, anında birbirini etkilemeye devam ettiği gizemli bir olgudur. Teoriye göre, bir “kuantum saat” (örneğin karmaşık bir atomik sistem) çevresiyle dolanık hale geldiğinde, bu etkileşim değişim ve sıralı olaylar illüzyonunu yaratır. Yani, saatle “dolanmamış” bir gözlemci için evren, donmuş, değişmeyen bir manzara gibi görünebilir. Bu yaklaşım, zamanı evrenin temel bir yapı taşı değil, kuantum etkileşimlerin bir yan ürünü olarak yorumlar.

Fizik Dünyası İkiye Bölünmüş Durumda

Zamanın gerçekliği konusunda bilim camiası iki karşıt görüşe ayrılmış durumda.

Zaman Gerçektir Diyenler:

· Lee Smolin (Teorik Fizikçi): Smolin, zamanın bir yanılsama olduğu fikrini “ürkütücü” buluyor. Ona göre, evrenin genişlemesi ve değişimi gibi olguları açıklayabilmek için zamanın temel ve gerçek bir bileşen olarak kabul edilmesi gerekiyor.

Zaman Yanılsamadır Diyenler:

· Julian Barbour (Teorik Fizikçi): Barbour, evrenin aslında “şimdi”lerden oluşan devasa ve statik bir koleksiyon olduğunu savunuyor. Zamanın “aktığı” hissinin, beynimizin bu birbirinden bağımsız anları ardışık olarak işlemesinden kaynaklandığını düşünüyor.

Zaman Yolculuğu Paradoksları ve Bilimin Çözüm Arayışları

Zamanın doğasına dair tartışmalar, zamanda yolculuk olasılığını ve beraberindeki paradoksları da gündeme getiriyor.

· Dede Paradoksu: Geçmişe gidip kendi büyükbabanızı öldürmeniz, kendi varoluşunuzu ortadan kaldırır. Bu da yolculuğunuzun hiç gerçekleşmemiş olmasına yol açar.
· Bootstrap (Kendi Kendini Var Etme) Paradoksu: Geçmişe gidip kendinize bir kitap verirseniz, o kitabın asıl yazarı kimdir? Bu paradoks, bir nesnenin veya bilginin net bir kökene sahip olmadan var olabileceğini gösterir.

Bilim insanları bu paradokslardan kurtulmanın yollarını arıyor. En dikkat çeken çözüm önerisi, Novikov’un Kendi Kendini Tutarlılık İlkesi’dir. Bu ilke, geçmişe yapılan herhangi bir yolculuğun zaten tarihin bir parçası olduğunu ve yolcunun geçmişte yapabileceklerinin, tarihte zaten olmuş olaylarla tutarlı olmak zorunda olduğunu savunur. Yani, paradoksa neden olacak bir eylem yapmanızın olasılığı sıfırdır.

Günlük Hayatta Zaman Hâlâ “Gerçek”

Tüm bu tartışmalar devam ederken, zaman günlük yaşamımızda ve teknolojimizde somut bir etkiye sahip. Einstein’ın görelilik teorisi, zamanın mutlak olmadığını kanıtlamıştır. Örneğin:

· Uzaydaki astronotların saatleri, Dünya’dakilere kıyasla saniyenin küçük kesirleri kadar ileri gider (çünkü daha yüksek hızda hareket ederler ve Dünya’nın yerçekiminden uzaktırlar).
· GPS uyduları, yörüngede hareket ederken yaşadıkları bu zaman genişlemesi etkisini sürekli düzeltmek zorundadır. Aksi takdirde, konum belirleme sistemleri birkaç dakika içinde kilometrelerce hata yapardı.

Bu nedenle fizikçiler, zamanın göreceli ve hatta bir yanılsama olabileceğini düşünseler bile, onu ölçmek ve olayları açıklamak için güçlü ve kullanışlı bir araç olarak kullanmaya devam ediyor.

Sonuç: Değişen Bilimsel Bakış

Zamanın bir yanılsama olup olmadığı sorusu henüz kesin olarak yanıtlanmış değil. Ancak bilim, zamanı mutlak ve evrensel bir saat olarak gören Newton’dan, onu esnek bir doku parçası olarak tanımlayan Einstein’a, ve şimdi de onu kuantum etkileşimlerin bir yan ürünü olarak görmeye başlayan yeni teorilere doğru önemli bir evrim geçiriyor. Bu araştırmalar, nihayetinde evreni ve içindeki yerimizi anlayışımızı kökten değiştirme potansiyelini taşıyor.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar