Daha fazla hava durumu tahmini: 15 günlük hava durumu İstanbul
Bizimle İletişimde Kalın

Sağlık

Elektronik sigarada gizli tehlike. Bir tanesi bile hasta eder

Yayımlandı

üzerinde

Artık çok küçük yaşlarda çocukların kullandığını bile duyuyoruz, görüyoruz. Hatta bunları sigaradan daha masummuş gibi bir havayla kullananlar da var. Peki siz bize anlatır mısınız elektronik sigaralar nasıl etkiliyor sağlığı? İçeriğinde ne var?

NEDİR?
 
Prof. Dr. Özlü: Elektronik sigara dediğimiz aslında nikotin buharı salan aygıtlar. Maalesef son zamanlarda özellikle gençlerin sıklıkla tercih ettiği bir alışkanlık haline gelmeye başladı. Biliyorsunuz 18 yaşın altına tütün ürünlerinin satılması bütün dünyada yaygın olarak yasak. Dolayısıyla gençler bu nikotin bağımlılığından korunuyordu. Genel itibarıyla 20 yaşın üzerinde çok nikotin bağımlığı gelişmiyor. Genelde sigara içenleri sorguladığımız zaman bunların 20 yaşından önce nikotin bağımlılığı geliştirdiği ortaya çıkıyor. Bu açıdan 18 yaş sınırının faydasını görüyorduk. Fakat maalesef e-sigaralar daha erken yaşlarda nikotin bağımlılığı oluşturarak daha sonra da sigara içme yönünde bir bağlantıyla bu süreci devam ettiren atlama taşı rolü üstlendi.

ELEKTRONİK SİGARA ZARARLI MI?

E-sigaraların masum olduğu tamamıyla bir yalan. Bu konuda yapılmış çok çalışma var. Yayınlar devam ediyor. En çok bilinen ve çok sayıda kişinin öldüğü de bilinen evali dediğimiz akut akciğer hasarı oluşturuyor. Bir sigarayla da oluşabiliyor. Bu durumla ilgili çok sayıda vaka da bildirilmiş. Bunun dışında da uzun vadede kalp damar sistemi, akciğerler ve vücutta yaşayan hücreler üzerine olumsuz etkileri olduğu yönünde veriler giderek artıyor. Bu e-sigara dediğimiz cihazlar da tek tip cihazlar değil. Bunların çok farklı türleri var. Nikotin içerenlerinin yanında içermeyenleri de var, tütün içerenleri var, bir çok katlı maddesi var, aroma vericiler var. Gençlerin başlamasını sağlamak için çeşitli tat ve kokularla tatlandırılıyor ve içine ilave edilen bu maddelerin de aynen sigara olan maddeler gibi kanserojen etkisi olduğunu ya da canlı hücreler üzerinde hasar verici özelliği olan maddeler olduğunu biliyoruz. E-sigaraların uzun vadedeki etkileri de yeni çalışmalarla ortaya çıkacak. Hatta pasif etkileri bile çalışılmış durumda. Kendisi e-sigara kullanmasa bile buharına maruz kalan kişilerde de etkilenmelerin olduğu yönünde çalışmalar var.
 
Kullananlar nikotini buhar olarak alıyorlar, peki sigarayla arada nasıl bir fark oluyor?
 
Prof. Dr. Özlü: Sigarada tütünün yanması sonrasında duman oluşuyor. Buradaysa tütün yok, nikotin var ve nikotinin içinde tat verici çeşitli kimyasallar ekleniyor. Bazılarında tütün de var ama o ısıtılıyor. Bunun yayıgınlaşmasının sebebi tütün sektörünün daralması. Sigarayla ortaya çıkan sağlık sorunlarının çok yaygınlaşması ve bu daralan pazarı nasıl canlandırabiliriz düşüncesiyle e-sigaralar üretiliyor. Aslında e-sigaraları üreten tütün firmaları değil ama üretimden hemen sonra tütün firmaları sahiplenmiş durumdalar. E-sigaralar sigara içilmeyen ortamlarda kullanılarak nikotin sağlamaya devam ediyor. Gençlerin nikotin bağımlılığını artırarak sigara kullanımını artırmak için, hem de sigara kullananların sigara içilmeyen ortamlarda yasağı delerek nikotin bağımlılığının devamını sağlama rolüne sahip e-sigaralar.
 
Sigarayı bırakmaya çalışanların da e-sigaraya döndüğünü görüyoruz, ama herhalde bu da yanlışı devam ettirmek gibi öyle değil mi?

ELEKTRONİK SİGARA SİGARAYI BIRAKTIRIR MI?

Prof. Dr. Özlü: E-sigaraların sigarayı bırakmak için kullanıması doğru değil. Nikotini kullanan bıraktırma tedavileri var ama onlar sadece tedavi amacıyla üretilmiş, dozajı belli, kullanım prosedürü belirlenmiş ve bir hekim kontrolünde belirli bir süre için geçici olarak kullanılan ilaçlar. Oysa e-sigaralar bir kere ilaç değil. Sabit bir dozu yok, sabit bir cinsi yok. Piyasada satılan elektronik sigaraların nikotin düzeyi birbirinden o kadar farklı ki. İçinde kullanılan kimsayalların dozu belli değil, yan etklileri belli değil, kişi içtiği zaman ne kadar içeceği belli değil. Gerçek hayatta bunları kullananların sigaraya devam etme yönünde eğilim gösterdiği görülmüş.

ABD’de yapılan bir araştırmada, elektronik sigara kullanan ergenlik çağındaki gençler, insan sağlığına zararlı metallerden kurşun ve uranyuma maruz kalma riski konusunda uyarıldı. Bu metallerin vücuda etkisi ne?

Prof. Dr. Özlü: Biliyorsunuz kurşun akut zehirlenme de yapabilir, kronik birikim ve ona bağlı zehirlenme de yapabilir. Uranyum zaten radyoaktif bir madde. Ama sadece bu iki maddeyle de sınırlı değil. Nitrozaminler var, biyoaktif dediğiniz biyolojik ortamda hücre hasarına yol açan pek çok madde var. Bunlarla ilgili yapılmış çok sayıda çalışma var. Tek doz maruz kalmada bile kalp atışını hızlandırdığı, damar kasını kastığı, tansiyonu yükselttiği, nabız sayısını artırdığı, kalp ritmini artırdığı ve akciğer fonksiyonlarını, beyin foksiyonlarını olumsuz etkilediği yönünde, hatta depresyon gibi ruhsal sonuçlara gitmeye başladığı yönünde çalışmalar var.
 
Elektronik sigara kullananların akciğerlerinde su topluyor deniliyor. Direkt olarak akciğerde nasıl bir etki bırakıyor?

ELEKTRONİK SİGARA NASIL ZARAR VERİYOR?
 
Prof. Dr. Özlü: E-sigara kullananlarda e-sigaraların içinde yer alan bazı maddelere tepkisel olarak geliştiği tahmin edilen bir akut hasar tablosu var ve ciddi bir şekilde akciğerde ödeme yol açıyor dediğiniz gibi ve ciddi bir solunum tablosuna yol açıyor ve bu hasar bazen de ölüme kadar gidebiliyor.
 
Dünya Örgütü’ne göre her yıl 8 milyondan fazla kişi ”tütün salgını” sonucu hayatını kaybediyor. Bu ölümlerin 1,2 milyonu pasif içicilikten kaynaklanıyor. WHO, tütün salgınını dünyanın karşı karşıya kaldığı en büyük halk sağlığı tehditlerinden biri olarak görüyor.
 
Prof. Dr. Özlü: Bir de dediğiniz durum var, bizim dual kullanım dediğimiz.  ve e-sigaranın birlikte kullanımı. Maalesef bu da giderek yaygınlaşıyor. E-sigaralarda yer alan nikotin düzeyi aslında normal sigaralardan bulunan nikotin düzeyinden daha yüksek. Bu dual kullanımda etkilerin daha da potansiyalize olduğu yönünde bilgiler uyarılar var.

Okumaya Devam Et
Yorum yapmak için tıklayın

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Sağlık

Anne Sütüne Kadar Sızan Görünmez Tehlike: Mikroplastikler İnsan Sağlığını Nasıl Tehdit Ediyor?

Yayımlandı

üzerinde

Anne Sütüne Kadar Sızan Görünmez Tehlike: Mikroplastikler İnsan Sağlığını Nasıl Tehdit Ediyor?

Tarih: 25.12.2025 Saat: 10:00 Okuma Süresi: 4 dk


“Mikroplastik artık bir çevre değil, doğrudan bir sağlık sorunu.” Çevre Yönetimi Uzmanı Sara Sajedi

Bilim insanları tarafından yeni yapılan araştırmalar, mikroplastiklerin anne sütü de dahil olmak üzere soframıza gelen pek çok temel gıdada bulunduğunu ortaya koyuyor. Dünya genelinde hızla yayılan bu kirlilik, sadece çevre için değil, doğrudan insan sağlığı için de kritik bir tehdit haline gelmiş durumda.

Mikroplastikler Doğal Gıdalarımıza Nasıl Sızıyor?

Bilim dünyasını sarsan araştırmalar, plastiğin hayatımıza ne denli nüfuz ettiğini gözler önüne seriyor. Anne sütü, plasenta ve insan kanında dahi tespit edilen mikroplastikler, artık sadece denizlerin ve toprağın değil, insan vücudunun da bir parçası haline gelmiş durumda.

Bu küçük partiküller gıdalara birden fazla yoldan bulaşıyor. Tarım yapılan topraklar, plastik atıklarla ve sentetik giysilerden yayılan liflerle kirleniyor. Plymouth Üniversitesi’nde yapılan bir çalışma, mikroplastiklerin, bitkilerin köklerindeki koruyucu bariyeri aşarak turp gibi sebzelerin yenilebilir kısımlarına kadar ulaştığını kanıtladı. Benzer şekilde, havada uçuşan mikroplastikler, hayvan yemlerine ve açıkta duran gıdalara karışabiliyor.

· Süt ve Süt Ürünleri: Araştırmalar, mikroplastiklerin süt ve süt ürünlerine, hayvan yeminden, sağım ekipmanlarından veya işleme süreçlerinden bulaşabileceğini gösteriyor. Özellikle uzun süre olgunlaştırılan peynirlerde, su kaybı nedeniyle bu partiküllerin konsantrasyonu daha da artıyor.
· Şişelenmiş Su: Concordia Üniversitesi araştırmasına göre, düzenli olarak şişelenmiş su tüketen bir kişi, musluk suyu içen birine kıyasla yılda 90 bin adet daha fazla mikroplastik partiküle maruz kalıyor.
· Deniz Ürünleri: Özellikle midye ve istiridye gibi kabuklu deniz canlıları, suyu filtreleyerek beslenmeleri nedeniyle yüksek miktarda mikroplastik biriktirebiliyor.

Gıdalardaki Mikroplastik Kaynakları
•Sebze ve Meyveler: Kirli toprak ve sulama suyu yoluyla.
•Süt ve Peynir: Hayvan yemi, ekipman ve işleme sırasında.
•İçme Suyu: Plastik şişe ve dağıtım borularından.
•Deniz Mahsülleri: Kirli deniz suyundan.
•Paketli Gıdalar: Plastik ambalaj temasından.

Günlük Hayatta Mikroplastiklere Maruz Kalma Yollarımız

Mikroplastiklere maruziyetimiz sadece yediklerimizle sınırlı değil. Yapılan son çalışmalar, insanların zamanlarının ortalama %90’ını geçirdiği kapalı mekanlarda bile ciddi risk altında olduğunu ortaya koydu. Halı, perdeler, sentetik kumaşlı mobilyalar ve plastik içeren tüm eşyalar, zamanla aşınıp havaya mikroskobik plastik parçacıklar salıyor.

Bu durum özellikle otomobil kabinlerinde daha tehlikeli boyutlara ulaşıyor. Küçük ve kapalı bir alan olan araç içi, plastikten yapılmış torpido, direksiyon, koltuk kumaşları gibi birçok parçanın güneş ışığı ve sürtünmeyle parçalanması sonucu, ev ortamına kıyasla 4 kat daha yoğun mikroplastik partikül barındırabiliyor. Araç kullanırken veya seyahat ederken farkında olmadan bu partikülleri soluyoruz.

Soluduğumuz Hava: Fransa’da yapılan bir araştırma, yetişkin bir bireyin sadece kapalı mekanlardan günde 68 bin adet mikroplastik partikül soluyabileceğini öngörüyor. Bu partiküller akciğerlerin derinliklerine kadar ulaşabiliyor.

Tenimize Temas Edenler: Cilt bakım ürünlerindeki mikroboncuklar (yasaklanmış olsa da bazı ürünlerde hala bulunabiliyor) ve sentetik giysiler de temas yoluyla vücuda girebilen mikroplastik kaynakları arasında gösteriliyor.

Mikroplastikler Hangi Hastalıklara Yol Açabilir?

Mikroplastiklerin insan sağlığı üzerindeki uzun vadeli etkileri henüz tam olarak anlaşılamamış olsa da, mevcut bilimsel bulgular endişe verici bir tablo çiziyor. Bu küçük parçacıklar, fiziksel varlıklarının yanı sıra, üzerlerine yapışan ağır metaller, kalıcı organik kirleticiler ve plastiğe esneklik kazandırmak için eklenen ftalatlar, Bisfenol A (BPA) gibi hormon sistemini bozucu kimyasallar da taşıyabiliyor.

Araştırmalar, mikroplastiklerin vücutta şu potansiyel hasarlara yol açabileceğini gösteriyor:

· Kronik İltihaplanma ve Oksidatif Stres: Vücut, yabancı bir madde olarak gördüğü plastik parçacıklarla savaşmak için sürekli bir iltihabi reaksiyon başlatabilir. Bu durum, zamanla hücrelere zarar verebilir.
· Kalp-Damar Hastalıkları: Mart 2024’te yayınlanan bir araştırma, şah damar dokusunda mikroplastik bulunan bireylerin, bulunmayanlara kıyasla gelecek üç yıl içinde kalp krizi, felç geçirme veya ölüm riskinin 2 kat daha fazla olduğunu ortaya koydu.
· Hormonal (Endokrin) Bozukluklar: Taşıdıkları kimyasallar nedeniyle üreme sağlığını olumsuz etkileyebilir, doğurganlık sorunlarına ve gelişimsel bozukluklara zemin hazırlayabilir.
· Bağırsak Mikrobiyotasında Değişim: Bağırsaktaki faydalı bakteri dengesini bozarak iltihabi bağırsak hastalıkları gibi sorunlarla ilişkilendirilebilir. Hatta bağırsak-beyin ekseni üzerinden depresyon riskini artırabileceğine dair bulgular mevcut.
· Nörotoksik Etki: Hayvan çalışmaları, nanoplastiklerin kan-beyin bariyerini aşarak beyin dokusuna yerleşebildiğini ve nöronlarda hasara yol açabildiğini göstermiştir.

Bilim İnsanları ve Uzmanlardan Çağrı: Acilen Harekete Geçilmeli

Konuyla ilgili çalışmalar yürüten bilim insanları, durumun aciliyetine dikkat çekiyor. Concordia Üniversitesi’nden Sara Sajedi, “Bu artık bir çevre değil, doğrudan bir sağlık sorunu” diyerek plastik kullanımının azaltılması çağrısında bulunuyor. Uzmanlar, tek kullanımlık plastik şişelere yönelik daha katı yasal düzenlemeler yapılması, üreticilerin ürünlerinin tüm yaşam döngüsünden sorumlu tutulması ve tüketicilerin bilgilendirilmesi için zorunlu etiketleme sisteminin getirilmesi gerektiğini savunuyor.

Tüketiciler olarak, maruziyetimizi azaltmak için bireysel olarak atabileceğimiz adımlar şunlar olabilir:

1. Cam ve Paslanmaz Çelik Alternatiflere Yönelin

· Su taşımak ve saklamak için cam şişe veya matara kullanın.
· Yiyecekleri saklamak için cam veya seramik kapları tercih edin.
· Çay, kahve gibi sıcak içecekler için tek kullanımlık plastik bardaklardan kaçının.

2. Ev ve Araç İçi Havanızı İyileştirin

· Evinizi düzenli olarak havalandırın.
· Mümkün olduğunca doğal liflerden (pamuk, yün, keten) yapılmış tekstil ürünleri (perde, döşeme, giysi) kullanın.
· HEPA filtreli bir hava temizleyici kullanmayı değerlendirin.

3. Alışveriş Alışkanlıklarınızı Gözden Geçirin

· Pazara file veya bez torba ile gidin.
· Meyve ve sebzelerin plastik ambalajlı olanlarını tercih etmeyin.
· Şişelenmiş su tüketimini mümkün olduğunca azaltın, musluk suyu için kaliteli bir filtre kullanın.

4. Gıda Hazırlama ve Saklama Koşullarına Dikkat Edin

· Plastik ambalajlı gıdaları, özellikle ısıtırken veya pişirirken ambalajından çıkarın. Isı, plastikten gıdaya kimyasal geçişini hızlandırır.
· Mümkünse taze, işlenmemiş ve yerel ürünleri tercih edin.

Okumaya Devam Et

Sağlık

Tavşan Kanı Çayda Şok Hile! Bakanlık İfşa Etti: İşte Gıda Boyası Katılan Markalar

Yayımlandı

üzerinde

Tavşan Kanı Çayda Şok Hile! Bakanlık İfşa Etti: İşte Gıda Boyası Katılan Markalar

Tarih: 22.12.2025 | Saat: 14:31 | Okuma Süresi: 4 dakika

Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yaptığı son denetimler, Türkiye’nin en çok tüketilen içeceklerinden çayda büyük bir aldatmacayı gözler önüne serdi. ‘Tavşan kanı’ rengi diye satılan bazı çayların gerçeğinde gıda boyası ile renklendirildiği tespit edildi. Bakanlığın ifşa listesine giren markalar ve sektör temsilcilerinden gelen çarpıcı açıklamalar, hile boyutunun sanılandan çok daha büyük olduğunu ortaya koyuyor.

Bakanlık Listeyi Açıkladı: İşte Gıda Boyası Tespit Edilen Ürünler

Bakanlığın “Taklit veya Tağşiş Yapılan Gıdalar Listesi”ne göre, 2025 yılında 9 ithal firmanın çayında gıda boyası kullanıldığı kesinleşti. Listede yer alan bir marka ise İstanbul merkezli “Adnan Akın-Öz Akçay Gıda Pazarlama” firmasına ait. Bu firmaya bağlı “Öz Akçay Altın” marka Yaprak Siyah Çay ve “Öz Akçay” marka Filiz Siyah Çay’da gıda boyası tespit edildiği kamuoyu ile paylaşıldı.

Hile Nasıl Yapılıyor? “Su Kat Sat” Yöntemiyle Kazanç Katlanıyor

Peki çaya neden ve nasıl boya katılıyor? Konunun uzmanları ve sektör temsilcileri hileli üretimin yöntemini anlattı. Buna göre:

· Çay atıkları (çöpü ve odunu) granül veya toz haline getiriliyor.
· Bu atık karışım, “tavşan kanı” denilen koyu kırmızı rengi vermek için gıda boyalarıyla renklendiriliyor. Kullanılan boyalar arasında Allura Red (E129) ve Carmoisine (E122) gibi sentetik boyalar olduğu belirtiliyor.
· Bu karışım, özellikle poşet demlik çay olarak paketleniyor. Poşetin içi görünmediği için tüketicinin anlaması neredeyse imkansız hale geliyor.

Bu yöntemin ticari amacı ise “su kat sat” olarak adlandırılıyor. Normalde 1 kilo kaliteli çaydan yaklaşık 300-400 bardak çıkar. Ancak boyalı ve atık karışımı çay, her defasında renk verdiği için aynı miktardan 700 bardağa kadar içecek elde etmek mümkün. Bu da kafe ve restoranlar için büyük bir haksız kazanç anlamına geliyor.

Çarpıcı İddia: “Restoranların %60-70’inde Boyalı Çay Kullanılıyor”

Rize Ziraat Odası Başkanı Bünyamin Arslan’ın açıklaması, sorunun boyutunu gösteren en çarpıcı veri oldu. Arslan, “Türkiye restoranlarının yüzde 60-70’inde boyalı çay kullanıldığını gözlemliyoruz” dedi. Bu oran, Türkiye’nin yıllık kuru çay tüketiminin yaklaşık %35’ine denk geliyor. Arslan, hileli üretimin çoğunlukla Rize dışında kurulan paketleme tesislerinde yapıldığını da sözlerine ekledi.

Uzmanlar Uyarıyor: “Her Yudumu Zehir Olabilir”

Gıda mühendisleri ve sağlık uzmanları, izinsiz kullanılan bu sentetik boyaların ciddi sağlık riskleri taşıdığı konusunda uyarıda bulunuyor.

Olası Sağlık Riskleri:

· Kısa Vadede: Alerjik reaksiyonlar, ciltte kızarıklık, kaşıntı, sindirim ve solunum sorunları.
· Uzun Vadede: Karaciğer veya böbrek hasarı riski. Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar, bazı sentetik boyaların kanserojen etki gösterebileceğine işaret ediyor.

Gıda Mühendisi Süleyman Uzun, çay tebliğine göre çayda hiçbir şekilde gıda boyası veya aroma kullanılamayacağını hatırlatarak, yasaklı bu maddelerin tüketilmesinin sağlık açısından risk oluşturduğunu vurguladı.

Tüketici Ne Yapmalı? Hileli Çay Nasıl Anlaşılır?

Laboratuvar analizi olmadan kesin tespit yapmak zor olsa da uzmanların verdiği bazı ipuçları, şüpheli durumları fark etmeye yardımcı olabilir.

Hileli çayı anlamak için dikkat edilmesi gerekenler şunlardır:

· Demleme Hızı: Kaliteli çay yavaş yavaş dem alır ve rengini verir. Boyalı çay, sıcak suyla temas eder etmez anormal derecede hızlı ve canlı bir kırmızı renk verir. Hatta soğuk suda bile renk değiştirebilir.
· Rengin Doğallığı: Demlikte veya bardakta olağan dışı bir parlaklık, yapay görünümlü pembe/kırmızı tonlar şüphe uyandırmalı.
· Berraklık: Gıda Mühendisi Süleyman Uzun’a göre, demlenmiş çayın rengi berrak olmalı ve bardağın diğer tarafı şeffaf görünebilmelidir. Puslu, bulanık görüntü dikkat çekicidir.
· Tadı ve Kokusu: Doğal çayın kendine has aroması ve tadı vardır. Yapay katkılı çaylarda bu tat ve koku farklı, hatta “keskin” olabilir.
· Güvenilir Marka ve Etiket: En garantisi, güvenilir, bilinen markaları tercih etmek ve ürün etiketini okumaktır. Bakanlığın ifşa listelerini resmi sitesinden takip etmek de faydalı olacaktır.

Sektör Zor Durumda: Hile, Üreticiyi de Vuruyor

2025 yılı, don olayları ve yüksek finansman maliyetleri nedeniyle çay sektörü için zor geçti. Bu zorlu koşullar altında, hileli üretimin yaygınlaşması, dürüst üreticiyi ve çiftçiyi ekonomik olarak daha da zor duruma düşürüyor. Rize Ziraat Odası Başkanı, bu durumun çiftçiyi ciddi ekonomik kayıplara uğrattığını ifade etti.

Özetle: Nelere Dikkat Etmeliyiz?

· Tarım Bakanlığı, 9 ithal firma ve bir yerli markanın çayında gıda boyası tespit etti.
· Hile, çay atıklarının boyanarak “tavşan kanı” diye satılması şeklinde yapılıyor.
· Boyalı çay, özellikle poşet demlik olarak restoran ve kafelerde çok yaygın kullanılıyor.
· Sentetik boyalar alerjiden kansere varan ciddi sağlık riskleri taşıyabilir.
· Anormal hızlı demleme, parlak ve yapay renk, puslu görünüm hileli çayın ipuçları olabilir.

Okumaya Devam Et

Sağlık

40 Yıl Sonra Romanya’da Cüzzam Paniği! Hırvatistan’da da Vaka Görüldü

Yayımlandı

üzerinde

40 Yıl Sonra Romanya’da Cüzzam Paniği! Hırvatistan’da da Vaka Görüldü

Son Güncelleme: 22.12.2025 – 00:00
Okuma Süresi:3 dakika

Avrupa’da onlarca yıldır görülmeyen cüzzam (lepra) hastalığı, Romanya ve Hırvatistan’da yeniden ortaya çıktı. Her iki ülkede de onlarca yıl sonra ilk kez vaka tespit edildi.

Avrupa’da yok olduğu sanılan cüzzam hastalığı, onlarca yıl sonra Romanya ve Hırvatistan’da yeniden görüldü. Son vakaların üzerinden 40 yılı aşkın süre geçen Romanya’da tespit edilen iki vaka, sağlık otoritelerini harekete geçirdi.

Romanya’da 44 Yıl Sonra İlk Vakalar

Romanya Sağlık Bakanlığı, ülkenin kuzeybatısındaki Cluj kentinde bulunan bir kaplıcada çalışan iki masözde cüzzam tespit edildiğini açıkladı. 21 ve 25 yaşlarında olduğu belirtilen ve Endonezya vatandaşı olan iki hastanın tedavisine başlandı. Ayrıca iki kişi daha şüpheli olarak test ediliyor.

Sağlık Bakanı Alexandru Rogobete, hastalardan birinin kısa süre önce Asya’ya seyahat ettiğini ve burada bir ay boyunca annesiyle kaldığını duyurdu. Annesinin de aynı hastalık nedeniyle hastanede olduğu bildirildi.

Olayın ardından kaplıca geçici olarak kapatıldı ve kapsamlı bir inceleme başlatıldı. Bakanlık, ülkede son cüzzam vakasının 44 yıl önce, yani 1981’de tespit edildiğini hatırlattı.

“Halkın endişelenmesine gerek yok. Cüzzamın bulaşması için uzun süreli ve yakın temas gerekiyor.”
Romanya Sağlık Bakanı Alexandru Rogobete

Hırvatistan’da 30 Yıl Sonra Tekil Vaka

Hırvatistan’ın Split kentinde ise bir kişide tekil cüzzam vakası doğrulandı. Hasta tedavi altına alınırken, yakın temaslı kişilere koruyucu tedavi uygulandı. Sağlık otoriteleri, toplum genelinde yayılma riskinin son derece düşük olduğunu vurguladı.

Habere konu olan vakalar, Avrupa’da son 30 yıldır görülmeyen cüzzam hastalığının geri döndüğü anlamına geliyor. Yetkililer, hastalığın günlük temasla kolayca yayılmadığını ve antibiyotiklerle tamamen tedavi edilebildiğini belirtiyor.

Cüzzam (Lepra) Hakkında

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)‘ye göre cüzzam, genellikle deri lezyonları, his kaybı ve sinir hasarıyla kendini gösteriyor. Erken teşhisle tamamen tedavi edilebiliyor.

Günümüzde hastalık, 6 ila 12 ay süren çoklu ilaç tedavisi (MDT) ile başarılı bir şekilde iyileştirilebilmektedir. Hastalık, solunum yolu damlacıklarıyla uzun süreli ve yakın temas sonucu bulaşır.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar