Sayısız şarkıya ve şiire ilham veren aşk, dünyadaki en güçlü duyguların başında geliyor. Peki ama aşkı ruhumuzda ve bedenimizde bu kadar etkili kılan şey ne? Uzmanlar, aşkın sadece bir his değil, aynı zamanda kimyasal bir reaksiyon olduğunu ifade ediyor.
Doçent Dr. Heidi Moawad’a göre, aşık olmak beyni tatil moduna geçmiş gibi hissettirebilir. Mantık ve sağduyu, yerini romantik hayallere bırakır. Bu hislerin tamamı, aşkın nörobilimsel yönleriyle ilgilidir. Çünkü aşkın gelişiminde beynin salgıladığı kimyasalların rolü, sanıldığından çok daha fazladır.Şiirler ve şarkılar her ne kadar aksini iddia etse de, bilim insanları aşkın önce beyinde başladığını söylüyor. Görüntüleme teknolojilerindeki gelişmeler sayesinde, aşkın beyinde tam olarak nasıl işlediğine dair daha net verilere ulaşılmış durumda.Aşk tek bir duygu değil; fiziksel çekim, romantizm ve şefkat gibi birçok farklı unsurun birleşiminden oluşuyor. Peki aşk tam olarak nedir? Bu soruya filozoflar, şairler ve besteciler de yüzyıllardır yanıt arıyor.
Popüler teorilerden biri, aşkı üç temel bileşene ayrıldığı yönünde: Şehvet, çekim ve bağlanma. Bu üç bileşenin her biri, beyindeki farklı sistemler tarafından yönetiliyor.Şehvet duygusu, beynin hipotalamus bölgesinden kaynaklanır. Beyin sapının hemen üzerinde yer alan bu badem büyüklüğündeki yapı, açlık ve susuzluk gibi temel ihtiyaçları düzenler. Aynı zamanda cinsel isteğin kontrolünde de etkilidir. Hipotalamus, cinsel arzuyu artıran hormonların salgılanmasını tetikler.Romantik çekim söz konusu olduğunda, ventral tegmental alan (VTA) ve nucleus accumbens adlı iki beyin bölgesi önemli rol oynar. Bu bölgeler, beynin ödül sisteminin merkezinde yer alır. Dopamin adı verilen kimyasal madde bu süreçte devreye girer ve kişiye haz, mutluluk ve coşku hissi verir.
Aşk, sadece arzu ve romantizmden ibaret değildir. Bağlılık, şefkat ve sadakat gibi duygular da aşka dahildir. Bu duygular, yine hipotalamusun salgıladığı kimyasallar sayesinde oluşur. Bölgede, güven ve duygusal bağ kurmamızda etkili olan oksitosin ve vazopressin gibi hormonlar salgılanır.Aşkın ilk dönemleri çoğu zaman duygusal bir fırtına gibidir. Her şeyi toz pembe görmek, uyarı işaretlerini fark etmemek normaldir. Bunun nedeni beyindeki kimyasal değişimlerdir. Aşık olduğunuzda vücudunuz oksitosin, vazopressin ve dopamin gibi hormonları salgılar. Bu kimyasallar aşkın farklı evrelerine karşılık gelir.Bir ilişki başladığında sıklıkla sorulan bir soru vardır: Bu aşk mı, yoksa sadece arzu mu? Şehvet, aşkın gerçekliğiyle karışsa da ayrıştırılabilir ve tatmin isteğinden beslenir. Evrimsel olarak üreme içgüdümüzle bağlantılıdır. Hipotalamus, bu süreci yöneterek testosteron ve östrojen gibi cinsiyet hormonlarının salınımını sağlar.Biriyle duygusal bağ kurduğumuzda beynimiz adeta gece ışıklarla aydınlanan bir şehir manzarası gibi parlamaya başlıyor. Ventral tegmental alan, dopamin salgılayarak beyindeki ödül sistemini harekete geçiriyor. Bu sistem, yaşadığımız haz duygusunu işlerken, aynı anda tutku, bağlanma ve empati gibi daha karmaşık duygularla da ilişki kuruyor. Bu yüzden o kişiyi düşünmeden duramıyor, adeta bağımlı hale geliyoruz.”Aşık olan herkes biraz aptallaşır” sözü, bilimsel olarak da destekleniyor. Aşk sırasında beynin mantıklı düşünme ve öz farkındalıkla ilgili bölgelerinde aktivite azalıyor. Yani, aşk gerçekten insanı düşünemez hale getirebiliyor.