Gündem
Doğa Alarm Veriyor: Yeraltı Suları Çekildikçe Obrukların Şekli ve Sayısı Değişiyor
Doğa Alarm Veriyor: Yeraltı Suları Çekildikçe Obrukların Şekli ve Sayısı Değişiyor
28 Aralık 2025, 12:30 | Okuma Süresi: 3 dakika
Türkiye’nin tahıl ambarı olarak bilinen Orta Anadolu’da, yeraltı sularının kontrolsüz tüketimi ve kuraklık, yeryüzünü şekillendiriyor. Eskiden geniş ve nispeten sığ oluşan obruklar, artık daha dar ancak 95 metreye varan derinliklerde, adeta birer kuyu gibi oluşuyor. Uzmanlar, bu değişimin temel nedeninin yeraltı sularının artık çok derinlere, 200 metre seviyelerine çekilmesi olduğunu belirtiyor ve acil önlem çağrısı yapıyor.
Konya Ovası ve Tuz Gölü Havzası başta olmak üzere bölgede, obruk oluşumunun doğası son yıllarda gözle görülür şekilde değişti.
Değişen Tehdit: Huniden Silindire Dönüşen Obruklar
Obruklar konusunda araştırmalar yapan Aksaray Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hatim Elhatip, geçmişte oluşan obrukların geniş çaplı ve 15-20 metre derinliğinde, huni şeklinde olduğunu ifade ediyor.
Son 5 yılda ise durum farklılaştı. Yeni oluşan obruklar, yüzeyde çok geniş bir alan kaplamıyor ancak derinlikleri 90-95 metreye kadar ulaşabiliyor. Prof. Dr. Elhatip, bu obrukların artık “tamamen silindir şeklinde” aşağıya doğru düşüm yaptığını vurguluyor. Bu dramatik değişimin arkasındaki sebep ise net: “Yeraltı sularının artık çok derinlere çekilmiş olması.” Elhatip’e göre yeraltı suları 170-200 metrenin altına indi.
Sayılar Ürkütücü: Konya’da 1000’i Aşkın Obruk Tespit Edildi
Obruklardaki bu niteliksel değişim, niceliksel bir patlamayla da eş zamanlı ilerliyor. Yapılan araştırmalar, obruk sayısındaki artışın boyutlarını ortaya koyuyor.
· Konya’nın Karapınar ilçesinde, 3-4 yıl öncesine kadar 180-200 civarında olan obruk sayısı, 2020’de yapılan bir çalışmada 600’e çıkmış durumda.
· Konya ili genelinde tespit edilen obruk sayısı ise 1000’i aşmış vaziyette. Bu obrukların 600-650’si Karapınar’da, yaklaşık 400’ü ise ilin diğer bölgelerinde bulunuyor.
· Prof. Dr. Yaşar Eren (Konya Teknik Üniversitesi) yaptıkları araştırmada, doğal süreçte 50-100 yılda bir oluşması beklenen obrukların, insan etkisiyle Konya bölgesinde yılda 50 tane oluşur hale geldiğini bildiriyor.
Temel Neden: Yeraltında Sanki Deniz Varmış Gibi Çekiyoruz
Uzmanlar, bu artışın ve değişimin arkasındaki ana itici gücün, tarımsal üretimdeki kontrolsüz su kullanımı olduğu konusunda hemfikir.
Prof. Dr. Hatim Elhatip, tarım alanlarında yapılan “vahşi sulama” nedeniyle artezyen kuyularındaki suların sorumsuzca çekildiğini belirterek şu uyarıyı yapıyor: “Yeraltında sanki deniz varmış gibi sürekli çekiyoruz. Bundan sonraki seviye, yeraltı suyunu tamamen kaybetme noktası.”
Doğa Derneği Genel Sekreteri Dicle Tuba Kılıç da bu görüşü destekliyor ve özellikle şeker pancarı gibi bol su gerektiren ürünlerin bu süreci hızlandıran faktörler arasında olduğunu ifade ediyor.
Tehlike Sadece Tarlalarda Değil: Evler Tahliye Edildi, Yollar Çöktü
Obrukların oluşturduğu risk, sadece tarım arazileriyle sınırlı değil. Prof. Dr. Yaşar Eren, yerleşim yerlerine yakın bölgelerde de obruk oluştuğunu ve bunun sonucunda bazı evlerin tahliye edilmek zorunda kalındığını aktarıyor.
· Yol ortasında oluşan obruklar ulaşımı tehdit ediyor.
· Karapınar’da, bir ağılın yarısının obruk oluşumu sonucu yok olduğu bilgisi paylaşılıyor.
· İngiltere’de ise benzer bir olayda, tarlasını süren bir çiftçi açılan 18 metrelik bir obruğa düşerek yaralanmıştı.
Çözüm Yolu: Acilen Vahşi Sulamadan Vazgeçilmeli
Uzmanlar, bu tehlikeli gidişatı durdurmak için acil önlemler alınması gerektiğinin altını çiziyor. Prof. Dr. Elhatip, çözüm önerilerini şöyle sıralıyor:
· Vahşi sulamadan derhal vazgeçilmesi,
· Ürünlere göre damlama sulama sistemlerine geçilmesi,
· Mevcut yeraltı suyu miktarına uygun, daha az su isteyen tarım ürünlerinin seçilmesi.
Özetle, Orta Anadolu’da obruklar, doğanın aşırı su tüketimine ve kuraklığa verdiği sert ve tehlikeli bir yanıt olarak karşımızda duruyor. Bilim insanlarının uyarıları, sadece obruk oluşum şeklinin değil, bölgenin tarımsal geleceğinin ve yerleşim güvenliğinin de ciddi risk altında olduğunu gösteriyor.